ÖZEL EĞİTİM İHTİYACI BULUNAN BİREYLERİN HAKLARI

,

Av. Jülide Işıl Bağatur ile özel gereksinimli bireylerin eğitim haklarını, paydaşları ve yükümlülükleri konuştuk.

Özel eğitime ihtiyacı olan bireydir kimlerdir?

Bu kişiler herhangi bir nedenle yaşıtlarından işitme, anlama, konuşma, bilişsel gibi konularda anlamlı düzeyde farklılık gösteren bireylerdir. Bu açıdan baktığınızda çok temel bir tanımı görüyorsunuz. İşin içinde tıbbi tanılama aslında çok az. Eğitsel değerlendirme ve tanılama boyutu ön planda olduğunu görüyoruz. Hep söylüyorum okullar tedavi merkezleri ya da hastane değildir. Bir çocuğun otizmli, down sendromlu olmasının o kadar da önemi yok. Önemli olan nasıl okuma yazma öğreteceğiniz. Temel yaşam becerilerini nasıl vereceksiniz gibi özel eğitim bölümünde verilen teknik detaylar. Bu yüzden de tanılamanın tıbbi boyutu ancak ve ancak eğitime yardımcı olmak amacıyla kullanılmalı. Ben eğitimin bir sağlık kurulu raporuna bağlanmasının çok doğru bir şey olmadığına inanıyorum.

Nedenini biraz açabilir misiniz?

Eğitim hukuku açısından engelli bireyleri tek tek down sedromlu, fragile x sendromlu  ya da otizmli bireyleri esas alarak değil, özel eğitime ihtiyacı olan bireyi  esas alarak düzenleme yapmalıyız.

Türkiye’nin kabul ettiği uluslararası sözleşmeler uyarında, özellikle de Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi uyarınca kapsayıcı eğitim dediğimiz bütünleştirme eğitimi uygulanmadır. Şu anda 2000 yılından bu yana Türkiye’de bütünleştirme ile ilgisi bulunmayan, ayrıştırmaya doğru kayabilen karışık bir model uygulanıyor.  7 Temmuz 2018 tarihinde yeni Özel Eğitim Hizmetleri yönetmeliği ile ayrıştırma lehine bana göre daha da kaymalar oldu.

Peki, kapsayıcı eğitimi nasıl tanımlarız? Bizde bunu karşılamayan sizce nedir?

Kapsayıcı eğitimi şöyle tarif edebilirim… Sütlü kahve içtiğinizde, süt ile kahveyi ayrıştırabilir misiniz? Hayır. Hiçbir zaman bir çocuk okula uydurulmaz. Okuldaki tek hakim öğretmenlerdir. Okul dışında hiçbir kurum bir çocuğun ne zaman, ne kadar, kiminle kaynaştırılacağına karar vermez. Bütün okullar, bütün eğitim sistemi bütün çocuklara uygun hale getirilir. Mültecisi, sosyal ve ekonomik yönden zor durumda olanları ve özel eğitime ihtiyacı olanları ile hepsi için. Dolayısıyla bugün uygulanan eğitimin, Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesinde anlamını bulan kapsayıcı eğitim olduğunu söylemek mümkün değil.

Çocuklarımızın okula kaydında ailelerimiz pek çok sorun yaşıyor…

Sağlık veya eğitim gibi kamu hizmeti olan alanlarda tam bir özerklik söz konusu değildir. Uygulayacağınız eğitim programları bellidir ve tek otorite MEB’dir. Burada özel sektörün devreye girmesi de klasik anlamda ticari bir serbestliğin olduğu anlamına gelmez. Çerçeve son derece sıkı olarak çizilmiştir. Dolayısıyla bir aile nasıl ki gidip “Ben MEB’in bu kitaplarını çocuğuma okutulmasını istemiyorum. Biz bu okulda başka kitaplar okunmasını istiyoruz,”  diyemiyorsa, bizim çocuklarımızla da ilgili de “Biz bu çocukların bu okulda olmasını istemiyoruz,” deme hakkına da sahip değillerdir. Fakat kaynaştırmanın başarısı her şeyden önce buna inan okul müdürleri ve idarecilerin varlığında yatar. Sistem olarak baktığınızda yaptırım gücü yani hukukun temel özelliği normatif olmasıdır. Bir ceza düzenlenmiştir,  emredici bir hükümdür. O kurala uymadığınızda o ceza ile karşı karşıya geleceksinizdir.  Doktora tez konum da bununla bağlantılı. Sorumluluk hukuku alanına girdiğinizde, mevcut düzenlemelerin yeterli olmadığını görüyorsunuz. Bunların düzenlenmesi gerekiyor. Mevcut hükümler ne yazık ki bu normatiflik özelliğini kazandıramamaktadır.

Yönetmeliğe baktığınızda, kayıt kabul ile ilgili maddede  “Herhangi bir çocuğun bir okula kaydı için yerleştirme kararı alınmasına gerek yoktur” der.  Tıbbi tanılaması ne olursa olsun, önce çocuğun okula kaydını yaparsınız. Daha sonra eğitsel değerlendirme ve tanılama için çocuğu en yakın Rehberlik ve Araştırma Merkezi’ndeki Özel Eğitim ve Değerlendirme Kurulu’na gönderirsiniz. Eğer çıkan özel eğitim değerlendirme raporu kurulunda, mevcut okul çocuğa uygun ise bu okula yerleştirme kararı verilir. Değil ise çocuğun üstün yararı ilkesi gereği tam zamanlı kaynaştırma değil de,  yarı zamanlı kaynaştırmada okuması gerekiyorsa, o zaman o okula nakil kararı gelir.

Kaynaştırma eğitiminde sınıfına özel gereksinimli çocuğu istemeyen öğretmene ve bu duruma kayıtsız kalan okul yönetimine karşı neler yapılabilir?

Böyle bir sorun yaşadıklarında velilerin öncelikle her yolu denemesini istiyorum. Şu anda CİMER’den de çok etkili sonuçlar alınıyor. Ama özel eğitimde en yetkili kurul, il ve ilçelerde yer alan Özel Eğitim Hizmetleri Kurulu’dur. Bana bazen “Özel eğitim hizmetleri kuru ile RAM ne fark eder ki,” gibi eleştiriler geliyor. Birinde yer alanın öbüründe de yer aldığı düşünülebiliyor.

Ben hukukçuyum her iki kurulun da görevleri, yetkileri yasada son derece açık ve net olarak tanımlanmıştır. Özel Eğitim Hizmetleri Kurulu stratejik öneme sahip karar verme mercii olma durumunda olan bir kurumdur. Halbuki RAM’ler de aslında tanı koyan, eğitsel değerlendirme yapan laboratuarlar gibi çalışırlar. Onların aile eğitimi gibi tali fonksiyonları da bulunsa da asli görevleri başvuru anında çocuğun bulunduğu noktayı tam olarak tespit etmektir.

Karar verici konumda olan, itirazları değerlendiren Özel Eğitim Hizmetleri Kurulu’dur. Böyle bir sorun yaşandığında öncelikle buraya başvurulması gerektiğini düşünüyorum.

Şehir efsaneleri var. Kaynaştırmaya girdi mi tanı raporu kalksa bile bir daha çıkamaz. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Gözlemleriniz neler?

Bunlar şehir efsanesidir. Temel ilke çocuğun üstün yararı ilkesidir. Eğitim gelişen bir organizmadır. Hepimiz öğrenen varlıklarız. Belki de bugünkü gelişmemizi buna borçluyuz. İnsanoğlu çok büyük bir yol kat etmiş. Böyle bir ortamda, hele özel eğitimde sınırlamalar getirebilir misiniz? Özel eğitimin temeline bakın. Eğitsel değerlendirme ve tanılama dediğimiz şeye, özel eğitim ihtiyacının olup olmadığına ne zaman karar verilir? Bir, kademeler arasındaki geçişte mutlaka yapılır. İki, gerektiğinde. Bu kadar genel bir cümle. Gerektiğinde bir gün sonra, gerektiğinde altı ay sonra… Bu kadar net bir kuraldan bahsediyoruz. Tıbbı tanılamada sadece çocuğun ihtiyaç duyduğu eğitime daha kolay ulaşabilmesi için yararlanılan bir yöntemdir.

Farklı gelişen çocuklarda tanı kalkarsa ileride okul ve iş yaşamı bundan etkilenir mi?

Hep tıbbı tanıdan bahsediliyor ve insanların da kafası bu yüzden karışıyor. Eğitim hukuku açısında bir çocuğun down sendromlu, fragile X ya da otizmli olması inanın hiç önemli bir şey değildir. Önemli olan bu çocuğa nasıl eğitimi vereceğinizdir. Tanılar gizli olan konulardır, çocuğun transkriptinde, karnesinde yer almaz. Sadece eğitim hayatını kolaylaştırmak, fırsat eşitliği kapsamında  ona en uygun eğitimi aldırmak için gereklidir. Dolayısıyla eğitim hukuku açısından tıbbi tanıya ailelerimizin hiç takılmamasını öneriyorum. Bunlar çocuklarının geleceğini etkileyen şeyler değildir.

Kaynaştırma için  mutlaka RAM raporu mu gereklidir?

Kaynaştırma için mutlaka Rehberlik Araştırma Merkezleri’ndeki özel  eğitim değerlendirme kurulu raporu gereklidir.

Aynı şehirde, çocuğun devam ettiği okulun ilçesi değiştiğinde RAM’da değişiklik yapmamız gerekir mi?

RAM okula göre değildir. Ancak kademeler arasında bir değişiklik yapıyorsanız mutlaka RAM’a gitmek zorundasınız. RAM’ınız zaten bölge esas alındığı için doğal olarak değişecektir. Okulun bağlı bulunduğu yetki çevresindeki RAM’a geçersiniz. Ama bunlar otomatik olarak yürüyen işlemlerdir. Eğer kademe arasında bir geçiş yoksa,  özellikle bir çaba sarf etmenize gerek yoktur.

Eğitim ile ilgili sorunlarımızı çözmek için yapmamız gereken en önemli şey ne sizce?

Bizim, Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi uyarınca mahkemelerin atıf yapabileceği norm niteliğinde özel eğitim kanununa ihtiyacımız var. Şu anda bir sürü mevzuat ve yönetmelik var. Ancak önce kanunu çıkarırsınız daha genel ve soyuttur, altına yönetmeliğinizi koyarsınız. Biz de bunu bir an önce çıkarmak zorundayız.

Siz kendi çocuğunuzun eğitimi  için nasıl bir yol izlediniz?

Biz oğlumuz Ege’nin eğitimi  ile ilgili sorun yaşadığımız her durumda dava açtık. İkinci bir yol olarak da ailelere bunu öneriyorum. Ombudsmanlığa, İnsan Hakları Eşlik Kurulu’na gittik, yargıya gittik… Neden gittik derseniz, mesele avukat olduğumuzdan davayı çok sevdiğimiz için değildi. Emsal karar oluşturarak ayak izlerimizi bırakmak istedik. Dolayısıyla benim STK’lara ve ailelere söyleyeceğim şey lütfen sonuna kadar gidin. Sadece kendi çocuğumuz için değil, tüm çocuklar için bunu yapmak zorundayız. Çünkü hukukun tek bir kaynağı yoktur. Birinci kaynağı kanun, ikinci kaynağı içtihatlardır. Mevcut kararlar oluşmazsa bizler varlığımızı kabul ettirmek için çaba sarf etmek zorunda kalırız. Dolayısıyla bu yargı yollarına da başvurulması gerekiyor.

 

Av. Jülide Işıl Bağatur

1985 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Av. J. Işıl Bağatur,  üç kuşaktır hukukçu bir aileden geliyor. Hukuk fakültesinde tanıştığı, sınıf arkadaşı ve kendisi gibi avukat olan eşiyle evlenen Av. J. Işıl Bağatur ilk çocuğu Berke’yi 1988 yılında kucağına aldı. Sonrasında 1991 yılında doğan ve bugün 31 yaşında olan Ege ailelerine katıldı. Normal zamanında doğmasına rağmen yaklaşık 1 kilo 750 gram olan Ege, kalbi delik olarak dünyaya geldi. Aile üç yıla yakın kalp ve akciğerinde ciddi sorunlar yaşayan Ege’nin sağlık problemleri ile mücadele etti.

Altıncı aydan itibaren Ege’de bir farklılık olduğundan şüphelenen Bağatur, sağlık problemleri öncelikli olduğundan çocuğunu hayatta tutmaya çalışarak küçük oğlunun yaşamındaki ilk üç yılın büyük kısmını hastanelerde geçirdi.  40’a yakın zatürre ve birkaç kez de kalp yetmezliği geçiren Ege’ye  üç buçuk yaşına geldiğinde ağır mental retardasyon tanısı konuldu.

Kendi gibi ailelere nasıl ışık tutabileceğini düşünen Bağatur ve avukat eşi, özel gereksinimli çocukların kanuni hakları üzerine çalışmalar yürüttü. Yüksek lisansını 2008 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Özel Eğitim Gereksinimi Olan Çocuklar ve Eğitimci, Hekim ve Hukukçu İşbirliğinin Sağlanması üzerine tamamladı. Daha sonra Kadir Has Üniversitesinde doktoraya başladı. Bu arada Özel Eğitimin Güçlendirilmesi Projesi’nde çalışan Bağatur, MEB’in bu projesinde uzman olarak görev aldı. Sonrasında Doç. Dr. Selda Çağlar ile birlikte Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nin eğitim hakkını düzenleyen maddesi kapsamında Türkiye’deki eğitim mevzuatını tarayarak boşluk analizini gerçekleştirdi. STK’larda da görev alan Bağatur halen MEB’nın Bütünleştirme Eğitiminin Geliştirilmesi Projesi’nde uzman olarak çalışmaya devam etmektedir.

Bir eğitim gönüllüsü olan ve özel gereksinimli bireylerin hakları konusunda çalışan Bağatur, dernek ve vakıflara amaçları doğrultusunda hukuki destekler vermekte ve birçok STK projesinde yer almaktadır.

Röportaj: Rana Zeynep Çömlekçi