Müzikle Değişen Hayatlar

,

Müzik Eğitmeni Orçun Berrakçay, 2013 yılında kurduğu İzmir Otizm Orkestrası ve Korosu (İZOT) ile otizmli çocukları müzikle sosyal yaşama kazandırıyor. Öğrencilerinden bazıları lise ve üniversitelerde müzik eğitimine devam etme şansı buluyor.

Otizmli bireylerle yürüttüğümüz çalışmalarla büyük bir farkındalık yaratıyorsunuz. Sizin otizmle tanışmanız nasıl oldu?

Otizmle ilk kez, 2005 yılında İzmir’de bir özel eğitim merkezinde haftada birkaç saat çalışarak tanıştım. Orada otizmli çocukların müziğe karşı ilgisi çok dikkatimi çekmişti. Adı Ahmet olan bir öğrencim, ders sırasında benimle ya da yaptığım müzikle hiçbir şekilde ilgilenmemişti. Fakat dersin sonunda gitarımı kaldırıp sınıftan ayrılırken benim çaldığım şarkıları tekrar etmesi beni çok etkiledi. Aslında o an bende bir kıvılcım oldu diyebilirim. Sonrasında “Bu çocuk kimdir? Bana onu biraz anlatır mısınız?” diye öğretmenlerine danıştım. Öğretmenleri de onun otizmli olduğunu söylediler.

Ben de otizm üzerine araştırmalar yapmaya başladım. O sıralar yüksek lisansıma devam ediyordum. Otizmi önce yüksek lisans dersinde bir ödev çalışması olarak ele aldım. Sonrasında bu konunun daha detaylandırılması fikri ile bunu danışmanıma ve enstitüye önerdiğimde tez üzerine çalışmak için onay aldım.

“Müziğin Bir Yaygın Gelişimsel Bozukluk Tipi Olan Otizmde Ortaya Çıkan Problemli Davranışlar Üzerindeki Etkisi” tez konunuzdan biraz bahseder misiniz…

İş teze dönüşme aşamasına geldiğinde sadece çocukların müziksel ortamını değil, onların eğitim aldıkları okulları da gözlemleme şansım oldu. Onları daha yakından tanımak için gözlemlemek de gerekiyordu.

Hayatları nasıl geçiyor, eğitim ortamları nasıl yapılandırılıyor bilmeliydim. Menemen’de Sabahat Akşıray OÇEM’e zaman zaman gidiyordum. Çocukların yemek, spor, el sanatları çalışmaları ve farklı akademik derslerini gözlemliyordum. Devam eden süreçte de çalışmayı biraz daha sınırlandırabilmek açısından dört otizmli öğrenciyle çalışmaya karar verdim. Bunu da İzmir’de bir özel eğitim merkezinde yürüttüm. Her dört çocukla da haftada bir müzik çalışması yaparak on hafta boyunca sürdürdüm. Çalışmaya başlamadan önce çocukta problem davranışlar olarak saptanmış bazı veriler vardı. Müziği çocukların hayatına dahil ettiğimizde – kimisi ile dans olabilir, kimisi ile çalgı eğitimi, kimisi ile şarkı söylemek- bununla birlikte çocukların problem davranışlarında bir değişim, azalma ya da artış söz konusu mu buna baktık.

Aynı zamanda ritm çalışması ile de destekledik bu süreci. Ritmik algılarını da incelemiştim. Bir form oluşturup ailelerden aldığımız geri dönüşlerle birlikte bu problem davranışlarda azalma olduğu sonucuna ulaştık. Her dört çocukta bunu fazlası ile gözlemlemiştik.

İzmir Otizm Orkestrası ve Korosu’nu yönetiyorsunuz. Böyle bir orkestra ve koro kurma fikri nasıl aklınıza geldi? Ne zaman kurdunuz?

İZOT 18 Nisan 2013’de kuruldu. Bunun öncesinde de otizmle ilgili bir deneyimim ve tez çalışmam olmuştu. Tezden sonra “ben bu tezi kütüphanemin bir köşesine koyacağım ve yoluma devam edeceğim,” diyemedim. Çünkü bu yaptığım çalışmalar süresinde de çocuklarla aramda duygusal bir bağ oluşmuştu. Bu çalışmaları sürdürürsem onların hayatına dokunacağım ve onların gelişim süreçlerine katkıda bulunacağım inancım da oluşmaya başlamıştı.

Yaptığımız çalışmalarda da çocukların müziksel anlamdaki başarıları beni çok çok etkiliyordu. Özellikle üstün başarıları. Belki bir müzik öğretmeninin bile yapamayacağı belli başlı bazı analizleri ya da beceri ve performansları çocuklarımızın çok kısa sürede yapabilmesi beni her zaman büyülemiştir.

2013 yılına kadar olan sürede çalışmalarım genellikle bireysel ağırlıklıydı. Bireysel çalışmalarda evet, çocuk keyif alıyordu. Bunu gözlemliyorduk ama çalışma bittikten sonra o çocuk yine evine dönüyordu ve yine yalnızdı. Aklımda hep, çocukları nasıl bir araya getirim düşüncesi vardı. ‘Hepsi çok iyi müzisyen, hepsi ayrı ayrı çok iyi çalıyor, acaba birlikte müzik yaparlar mı?’ diye düşünüyordum. Evden çıkmaları ve sosyalleşmeleri için müzik bir araç olabilir miydi? Sadece benimle sosyalleşen müzik bittiği zaman kendi kabuğuna çekilen çocuklar istemiyordum artık. Onların topluma kazandırılmasını ve evden çıkmalarını istiyordum.

Çalışmalar nasıl başladı?

Hayallerimin başlangıcı 2013 yılında ODER Otizm Derneği Başkanı Ergin Güngör Bey ile bir konuşmam ile gerçekleşti. Ona böyle bir çalışma yapmak istediğimi söyledim. “Çocuklar ile beraber bir koro ve orkestra kurma düşüncem var,” dediğimde kendisi de destek olabileceklerini söyledi. ‘Ama ailelerimiz evde daha bir çocukla bile baş edemiyorken, sen bu kadar çocukla birlikte bir çalışmayı nasıl yapacaksın?’ diye de aklından geçiyordu.  Daha sonra bunu benimle de paylaştı.

Benim kaybedeceğim bir şey yoktu ve böyle bir çalışmaya başladım. En kötü ihtimal olmadı deyip bireysel çalışmalara dönecektim. Denemek bu hayalin bir başlangıcı oldu diyebilirim.

Dört öğrenci ile çalışmalara başladık. Tabii çalışmalarda en önemli sorun prova yapacağımız mekan sorunuydu. Bunu da TOBAV Opera ve Bale Çalışanları İzmir Şubesi’nin o zaman ki Müdürü rahmetli İsmail Bilen Hocamızın, destekleri ile aştık. TOBAV prova yapabilmemiz için haftada bir gün bize salonlarını tamamen gönüllü olarak açabileceklerini söyledi.

İZOT zaten gönüllü bir oluşum. Herkes imece usulü ile bu çalışmanın oluşmasına ortam ve katkı sağladı.

Koro çalışmalarınızı sürdürebilmek için kimlerden destek alıyorsunuz?

Çalışmalara başladığımda eğitimci olarak yalnızdım. İZOT başladıktan 5-6 ay sonra gönüllü eğitimcilerimiz de olmaya başladı. Üniversitede müzik bölümlerinde okuyan öğrencilerim de katkı sağlaya başlamıştı. Aynı zamanda gönüllü ve emekli müzik öğretmelerimiz de katıldı. Tek başıma başlamıştım ama gönüllü eğitimcilerimiz ile kadromuz genişledi. Giden eğitimcilerimiz de oluyor, atanıyorlar ya da tayinleri çıkıyor veya İzmir’den ayrılıyorlar. Ama şunu biliyorum ki onlar da gittikleri şehirlerde otizmli çocuklarla çalışma deneyimine sahip öğretmenler olarak İzmir’den ayrılıyorlar. Umuyorum ki, gittikleri şehirlerde böyle oluşumların kurulmasında öncülük edecekler. Çünkü daha çok çocuğun hayatına dokunabilmemiz gerekiyor.

Orkestrada ve koroda yer alan katılımcıların yaş aralığı nedir?

12’den 36’ya kadar bir yaş aralığımız var büyük grupta. 2017 yılından bu yana İZOT bünyesinde bir de İZOT MİNİ grubumuz var. Onlar da 3,5 yaş ile 10-11 yaş arasında. Mini gurubumuz ağırlıklı olarak okul öncesi ve ilkokul çağındaki çocuklarımızdan oluşuyor. Büyük grubumuz ise 12 yaş ve üzeri öğrencilerden oluşuyor. Üniversite sürecine kadar eğitim hayatını sürdüren öğrencilerimiz var.  İki öğrencimiz Yaşar Üniversitesi’nden mezun oldu. Beş öğrencimiz ise İzmir ve Manisa’da üniversitelerin müzik bölümlerinde lisans öğrencisi. Üniversiteye hazırlanan öğrencilerimiz de var, güzel sanatlar liselerine devam eden 5-6 öğrencimiz de var. Bu sayı yıldan yıla da artış gösteriyor. İZOT’un kurulumuyla birlikte akademik müzik eğitimi alan öğrencilerimizin sayısında çok büyük artış oldu.

Orkestra ve koroda yer alabilmek için hangi şartlar gerekiyor?

İZOT ilk kurulduğunda herkesin katılımına açıktı. Çünkü yeni bir oluşumduk ve sistemi oturtmaya çalışıyorduk. İZOT artık 7 yaşına bastı ve oturmuş müzikal bir yapı da söz konusu. Çocukların birbiriyle uyumu, ses dengesi gibi şeylerin hepsi bir koro için önemlidir. Dolayısıyla İZOT’a başvuracak yeni öğrencilerde bir müzik kulağına sahip olması gerektiği düşüncesindeyiz. Hali hazırda belli bir müzikal alt yapısı olan öğrenciler ve orkestra elamanlarımız olursa onları eğitimcilerimizle beraber değerlendirmemiz sonucunda direkt İZOT’a dahil ediyoruz.

Fakat eğitimci sayımızı biraz daha arttırabilirsem başlangıç aşamasında olan öğrencilerimiz için yeni bir grup da oluşturma fikrim var. Burada da sanki bir alt takım gibi ana gruba hazırlanma niteliği olsun istiyorum. Bir anlamda öğrenciler oryantasyon aşamasını bu alt grupta tamamlasın. Çünkü bütün şarkıların öğretimi, sahne duruşu gibi hem konser hem de prova aşamasında pek çok detay var.

Küçük grubumuzda şu an bir sınırımız yok, orada katılıma açığız. Sadece şuna biraz dikkat ediyoruz… Özel Eğitim öğretmenlerimizin grup çalışmasına uygun gördükleri yani diğer çocukların gelişim sürecini ve çalışma disiplinini olumsuz etkilemeyecek durumda olan öğrencileri gruba dahil ediyoruz. Çünkü birbirlerinden olumsuz da etkilenebiliyorlar. Bu yüzden bu dengeyi kurmaya çalışıyoruz. Problem davranışı fazla olan bir çocuk varsa, ailelerimize özel eğitim sürecine biraz daha ağırlık verip, en azından komut alabilecek duruma getirelim öğrencimizi ki sonrasında İZOT’a dahil edebilelim diye öneriyoruz. Bu hem çocuğun gelişimi açısından hem de grubun dinamiğinin olumsuz etkilenmemesi açısından iyi olacak diye düşünüyorum.

İZOT’ta görev alan özel bireylerin sizlerle çalışmaya başladıktan sonra hayatları nasıl değişti?

Öncelikle hepsinin sosyal gelişimi çok gelişti.  Evlerinden çıkması için bir amacı olmayan öğrenciler artık her hafta düzenli provaya gelmeye başladılar. Bu onların hayatlarında bir renk oldu ve aynı zamanda arkadaşlık ilişkileri güçlendi. Hiç arkadaşı olmaya öğrencilerimizin artık 40 arkadaşı var. Bundan daha güzel bir şey olamaz bence.  Mutlu olan çocuklarımızın sosyal açıdan da, akademik açıdan da başarıları artmaya başladı. İZOT sanki bir müzik akademisi gibi. Birlikte yapılan çalışmalar, çocukların sosyal başarılarını etkilediği gibi müzikal anlamda akademik başarılarını da çok etkiledi. Ailelerimiz de bunu görmeye başladı.

Güzel Sanatlar Liselerinin müzik bölümünü kazanan öğrencilerimizin artış göstermesi, devamında liseden mezun olduklarında üniversite aşamalarına geçmesine tanık oluyoruz. Bu belki de benim otizmle tanıştığım 2005 yılında bir hayaldi.

Benim mezun olduğum Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Müzik Öğretmenliği Bölümü’nde, şu anda İZOT’tan otizmli iki öğrencim okuyor. Onların da öğretmenlik diplomasını alacak olmaları benim için çok büyük bir gurur. Ayrıca Öğretim Görevlisi Dr. olarak çalıştığım İzmir Demokrasi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzikoloji Bölümü’nde İZOT’tan öğrencim de lisan eğitimine devam ediyor. Otizmli öğrencilerimin başarılara tanık olmak çok güzel bir duygu.

Diplomalarını aldıktan sonra en büyük hayalim, bir iş sahibi olarak kendi ayakları üzerinde durmaları.  Bir müzik akademisine dönüşerek burada küçük otizmli kardeşlerine ders vermeleri şeklinde bir hayalim var. Umarım bunları da gerçekleştirebilirim.

İZOT olarak çok sayıda da konser verdiniz. Konserler nasıl geçiyor?

Konserlere başladığımız 2014 yılından bu yana çocuklarımızın artık provalara gelmek için bir amaçları da oldu.  Şarkıları düzenli bir şekilde öğrenip söyleyerek konserlere çıkacaklarını bilmeleri iyi bir motivasyon oldu. Farklı yerlerden davet alıyoruz. Şehir dışına ve yurt dışına konserlere gidiyoruz. Bu onların ve ailelerin gelişimi açısında çok faydalı oldu. Dolayısıyla mutlu olan çocuk ailesini de mutlu etmeye başladı.

Nerelerde konserler verdiniz?

İzmir’in merkezinde ve ilçelerinde başlayan bir konser sürecimiz oldu. Onun dışında Edirne, Çanakkale, Manisa, Gaziantep, Karabük,  Muğla, Adana, İstanbul, Kayseri, Aydın, Antalya, Konya, Balıkesir, Bursa, Ankara gibi Türkiye’nin çok farklı şehirlerinde sahne aldık. Konser listemiz www.muzikveotizm.com  başlığı altında, geçmiş konserlerimize bakıldığında sıralı olarak görülebilir.

Bunun dışında yurt dışı konserlerine de 2017 yılında başladık. İlk konserimizi Bakü’de gerçekleştirdik. Sonrasında Kültür ve Turizm Bakanlığımızın destekleri ile Macaristan ve Avusturya’da beş ayrı konserimiz oldu. Bulgaristan, Kazakistan ve Yunanistan’da farklı konserler verdik. Ayrıca Kanada’nın Vancouver şehrinde düzenlenen ANCA Dünya Otizm Festivali’ne katıldık.

O Ses Türkiye yarışma programına konuk olduğunuzda tüm özel gereksinimli birey ailelerinin gururu oldunuz. Öğrencileriniz neler hissetti?

Bu yarışma programına katılmak bizim uzun zamandır hayalimiz ve isteğimizdi. Burada yarışmacı olmaktan ziyade konuk olmak bizim için önemliydi. Çünkü amacımız çocuklarımızın yarışmasından öte bir farkındalık yaratmasıydı. Bu program tüm Türkiye’de izlenen bir program ve otizmi hiç bilmeyen insanların da bu farkındalığa sahip olmalarını sağlamaktı bir amacımız da.

Ayrıca çocuklarımız o sahnenin havasını solusunlar, televizyondan görüp izledikleri isimlerle tanışma şansı bulsunlar ve evlerine dönüp kendilerini televizyonda gördüklerinde o mutluluğu bir kez daha yaşasınlar istedim.

Çok mutlu ve heyecanlılardı oraya gittiğimizde. Uzun bir yol gittik, sonrasında hemen çekimlere katıldık ve ardından İzmir’e döndük. Programın televizyondan yayınlanması ile yorgunluğumuz yerini tatlı bir tebessüme bıraktı.

Konservatuara girmek isteyen otizmli bireyleri nasıl bir süreç bekliyor? Hakları neler?

Sadece konservatuvar demeyelim buna. Eğitim fakültelerinin müzik bölümü ya da güzel sanatlar fakülteleri de dahil olabilir. Buraya girmek isteyen öğrencilerimizin öncelikle sadece bir çalgıda iyi bir performans sergileyerek böyle bir bölüm okumasının kolay olmayacağını bilmelerini isterim.  Bir de kulak eğitimi, dolayısıyla profesyonel desteğe ihtiyaç var. Bizim çocuklarımızın kulakları çok iyi ve çok yetenekliler ama sınav içeriğine uygun eğitim almaları gerekiyor. Bunu tamamlarlarsa  o zaman işlerimiz daha kolaylaşabiliyor.

Bundan sonraki süreçte de üniversite sınavına girip baraj puanı aşmamız gerekiyor. Baraj puanı aşamasak da, alternatif olarak üniversitelerin rektörlüklerine dilekçe yazarak üstün yetenekli öğrenci kontenjanından fakülteye girmek istediğinizi   belirten bir dilekçe ile başvuru yapabiliyorsunuz. Rektörlük bir sınav komisyonu topluyor ve çocuğunuzu yetenek sınavına alıyorlar.  Bu sadece özel gereksinimli bireyler için değil herkes için geçerli bir şey.

Ama üstün yetenek deyince tabii ki, normal yetenek sınavında uygulanan içeriğin daha fazlası isteniyor. Sınav içeriğinin YÖK tarafından belirlenen akademisyenler tarafından hazırlanması gerekiyor, hatta komisyonda özel eğitimci bir akademisyen de bulunmalı.

Yüz baraj puanı alıp da normal bir süreçle yetenek sınavına girmek biraz daha işin kolay tarafı. Üniversite sınavında baraj puanını aldıktan sonra yaz dönemindeki yetenek sınavlarının tarihlerini takip etmek gerekiyor. Başvuru yapıyorsunuz ve yetenek sınavına sizleri dahil ediyorlar. Yeni bir değişikliğe göre yetenek sınavında %10 engelli kontenjanı var. %10 kontenjanına girmek için özel gereksinimli bireyler diğer öğrencilerle değil kendi aralarında yarışıyorlar. 30 öğrenci alan bölümde engelli kontenjanı 3 oluyor. Sınava 5 engelli öğrenci girdiyse 50 puanı aşmaları durumunda puan sıralamasına göre üç öğrenci kabul edilebiliyor. Genelde 50 puan oluyor bu baraj. Ama onu aşamazlarsa o zaman engelli kontenjanından yararlanamıyorlar.

Eğer engelli öğrencilerle kontenjan doldurulamazsa, normal gelişim gösteren öğrencilerle bu kontenjan doldurulabilir, diyor yönetmelik.

Kendi fikrimi belirtmem gerekirse bunu çok adaletli bulmuyorum. Çünkü nasıl ‘normal gelişim gösteren öğrenciler alınamazsa onların yerine engelli bireyler alınabilir’ demiyorsak tersini de söylememeliyiz. Bence üç kontenjan doldurulabiliyorsa doldurulsun yoksa boş kalsın. Normal gelişen bireyleri almak gibi bir durum söz konusu olunca onlar daha çok tercih ediliyor. Bunun sebebi de özel gereksinimli bireylerle çalışma deneyimlerine sahip olmamaları. Nasıl bir çalışma yürütecekleri konusunda biraz işe yabancı olmaları. Bu da çocuklarımızın yetenek sınavlarına yerleşmesini olumsuz etkiliyor.

Bu durumda ne yapabiliriz?

Özel gereksinimli bireylerle çalışacak eğitimci yetiştirmeliyiz. Bizler de üniversitelerde belki müzik bölümlerinde ayrı bir uzmanlık alanı oluşturulabiliriz.  Burayı tamamlayan öğrenciler, özel gereksinimli bireyler ile çalışabilecek yeterlilikte eğitimciler olur. Hem atandıkları okullarda çocuklarımızla çalışabilir hem de kendisini akademik olarak geliştirmek isteyenler de bu anlamda uzmanlaşıp, akademisyen olup Türkiye’nin farklı üniversitelerinde görev yapabilirler. Dolayısıyla, özel gereksinimli bireylerle çalışabilecek yeterliliğe sahip olan akademisyenler yetiştirebilirsek onlar da bizim çocuklarımızın gelişimine katkı sağlayacaktır.

Röportaj: Rana Zeynep Çömlekçi