BİR EDEBİYAT ÖĞRETMENİNİN HAYAT SINAVI

İki özel çocuk babası olan Yılmaz Akgün, 2017 yılında eşini kaybettiğinden beri çocuklarıyla tek başına ilgileniyor. Küçük oğlunun okuduğu okulda edebiyat öğretmenliği yapan Yılmaz Akgün ile özel çocukların sınıf içindeki konumunu, oğulları Harun ve Furkan ile ilişkisini konuştuk.

Büyük oğlunuz Furkan otizmli yetişkin bir birey. Geçen sayımızda Furkan ile röportaj yapmış ve onu tanıma şansı bulmuştuk. Şimdi biraz da sizden dinleyebilir miyiz büyük oğlunuzu, Furkan nasıl bir çocuktu? 

Okumayı iki buçuk yaşında kendi  kendine öğrenmişti. Kelimelerden harfleri seçerek öğrendi. Görsel hafızası çok yüksekti. Biz anne ve babası olarak ikimiz de öğretmen olduğumuz için dedik ki,çocuğumuzun üstün bir zekası var. Bir araştıralım, belki ona daha iyi eğitim aldırabileceğimiz bir yere gideriz. Zonguldak’ta RAM’a gittik. RAM’da bir test yaptılar. Furkan okuyordu ama okumasının dışında zekasının parlaklığı ile ilgili başka bir bulgu yoktu. Sakarlığı vardı, cümle kurmada zorluk çekiyordu. Herhangi bir isteği, ‘bana  şunu alın’ gibi talepleri olmuyordu. Dış dünyaya kapalıydı.

Bunu fark edince ne yaptınız?

Zaten okumayı neden o kadar erken söktüğünü de araştırıyorduk. Hacettepe’ye gittik. O dönemde Atalay Yörükoğlu Amerika’dan gelmişti. Onun bulunduğu bir heyete girdik. Oğlumuzun özelliklerini söyledik. Mesela yazı tura oynardık ve Furkan sürekli yazı derdi. Asla tura demezdi. Bir ihtimal, alternatif yoktu. Hep kafama takılırdı niye böyle yapıyor diye. Bunları anlattım. Atalay Bey bizi Ankara Üniversitesi Otizm Merkezi’ne yönlendirdi. Oradaki gözlem ve teşhis ile otizm raporu çıkarıldı. Daha sonra Ankara’da özel eğitime başladık. Fakat tabii Ereğli’den Ankara’ya sürekli gidip gelemiyorduk. Bize de güvendikleri için bize evde uygulayacağımız rapor şeklinde verdiler.

Sonra özel eğitime devam ettiniz mi?

Evet. On bir on iki yaşından sonra eğitimi kestiler. Çünkü artık bireysel verebilecekleri bir şey yoktu. Akademik  durumu da çok iyiydi. Konuşuyor, sosyal iletişim kurabiliyordu. Kendi başına bir yerden bir yere gidip geliyordu.

Furkan okulda nasıldı?

Furkan aslında ortaokul sona kadar çok başarılıydı. Hatta o zaman dershaneler vardı. Bir dershanenin seviye tespit sınavına sokmuştuk. Çıktıktan sonra kitapçığına baktım matematikte birkaç soruyu yapamamıştı. Yan yana toplama çarpma işlemiydi. “ Sayfaların kenarları hep bomboş oğlum bunları niye yapmadın?” diye sordum. “Kalemle sayfanın kenarında işlem yapılabiliyor muydu?” dedi.  İşlemleri hep kafasından yapmış. Ona rağmen de, otuz sorunun yirmi yedisini yapmış. Öyle bir çocuktu. Fakat sonra liseye geçince çok ciddi sıkıntılar yaşadı.

Ne gibi sıkıntılar?

Akran şiddeti görmeye başladı. Çünkü ortaokulda annesinin bulunduğu okuldaydı. Daha korunaklıydı. Lisede başka okullardan gelmiş Furkan’ı tanımayan çocuklar ile çok sorunlar yaşadı. O dönem bayağı bir depresyona girdi. Sonra Ankara’ya bir psikiyatri kliniğine  götürdük. O dönem çok sıkıntılıydık. Biz de bir şey yapamıyoruz bilemediğimiz bir alan. Çocuğumuz da olsa eğitmen olarak tecrübelerimiz de olsa tıbbi olarak bilmediğimiz şeylerdi.

Sonra eğitimi nasıl devam etti?

Üniversiteyi kazandı. Ereğli Bülent Ecevit Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği mezunu.  Şehir dışında okumak istiyordu. Annesi babası olarak, buna ilk etapta cesaret edemedik. Bu tip ailelerde gün hay huy içinde geçer ama gece başını yastığa koyduğunda her şey gelir, yalnız kaldığında gelir. Ben yolda uyurken herhangi bir araçta düşünürken kendi kendime düşünürken kendimi çok bulmuşumdur. Gelecek kaygısı, bizden sonra ne olacak kaygısı. İnsan Evladından uzun yaşamak ister mi? İstiyorsunuz bazen.

(Furkan ofluyor burada) Bunları duymak çok üzücü bir şey.

Peki, şimdi Furkan’ın çalışma hayatını nasıl buluyorsunuz?

Çalışmak ona çok iyi geldi. Orada sosyal bir ortamda. Sürekli bir iş, getir götür. Bazı şeyler sahada, klinik tedavi ve ilaçla değil de, sosyal hayatın içerisinde daha iyi oluyor. Dışarıdaki insanlar, bu tip çocuklara ailelerinden daha normal davranıyor. Ben oğlumu bildiğim için bazı kaygılarım oluyor. Kaygı ile yaklaşıyorum. Yaptığı birçok hareketi rahatsızlığından dolayı yaptığını düşünüyorum. Normal bir birey olabileceğini hiç hesaba katamıyorum. Oradaki insanlar olaya iş arkadaşı gözü ile bakıyorlar. Çözdükten sonra art niyetli birkaç kişi olabilir ama genel itibariyle böyle. Bir de yaş büyüdükçe insanların davranışları daha dengeli oluyor. Furkan’ın işi gerçekten hayatında bir dönüm noktası oldu. Askerlik de yaptı Furkan. Bir gün askerlik. Denizci, bahriyeli oldu.

Furkan’ın kardeşin de gelişimsel bir farklılık varmış? Onun durumdan da bahseder misiniz?

İkinci çocuğumuz Harun doğduğu andan hep takip ettik. Korkularımız vardı. Tecrübeliydik artık. Harun bir yaşından sonra ismine bakmamaya başladı. Panik oldum. Bakıcısı “size yapıyor, benimleyken öyle davranmıyor,” diyordu.  O yaz ben Kandıra’ya gittim. Eşim çocuklarla Ankara’daydı. Dönüşe yakın aradı beni, konuştuk. Eşim “Harun kendi yaşıtlarından çok farklı. Burada küçük çocuklar çok enerjikti. Fakat Harun onlarla hiç oynamıyor,” dedi.

Biz normal bir çocuk da görmemiştik. Harun’u da başka bir çocukla kıyaslayamıyorduk. Eşim öyle deyince ben hemen Ankara’ya  geçtim. Ankara Üniversitesi’nde on yedi yıl sonra aynı bina aynı oda, aynı tanının şüphesi… Bir on dakika ağladım orada. Kendimi çok kötü hissediyordum. Doktor “Gözlemleyelim, üç yaşına kadar rapor çıkaramıyoruz. Resmi olarak tanı konmuyor. Ama yine de bir rehabilitasyon merkezine devam etsin,” dedi. Harun 2 yaşında rehabilitasyona başladı. Tavır, davranış ve insan ilişkilerinde abisinden çok çok daha iyiydi.  Özellikle otizmlilerde hiç olmayacak bir şey, sürekli sarılır, öper ve öpülmek ister.

Harun’un durumu şu an nasıl?

Şu anda da iyi. Okulda çok başarılı. Bilim Sanat Merkezini kazandı. Ben de orada öğretmenim. Beraber gidiyoruz. Çok eğlenceli bir çocuktur. Her gördüğü ile tanışır, konuşur sorular sorar ama göz teması zayıf. Onda da dil dağınıklığı var. Çok detaylandıramıyor dünyayı.

Siz hem bir öğretmensiniz, hem de bir veli. Meslektaşlarınızın özel eğitimli bir çocuğa tavrını nasıl buldunuz? Neleri yanlış yaptılar?

Herkes hangi mesleği yapıyor olursa olsun insan. Aileden aldığı eğitimi, sosyal çevresi ile üniversite mezunu da olsa bir insan sosyal hayat içinde çok kötü davranışlarda bulunabilir. Ben de mesleğimin içinde çevremizde farklı insanlarla muhatap oluyorum. Bunların sıkıntısı yaşadık. Kimisi sınıf içerisindeki disipline önem veriyor, aman ses çıkmasın, aman gürültü olmasın. Kimisi verdiği  ödevlere, başarıya değer veriyor. Kimisi de sevgi, merhamet, iyiliğe…

Furkan’ın özel bir çocuk olmasına öğretmenleri nasıl tepki vermişti? Neler yaşadınız?

Bu duyarlılık tamamen insanların kişiliği ile alakalı. Herkes biliyor engelli bir çocuğun nasıl özel bir çocuk olduğunu. Buna rağmen işine gelmiyor. Fıtratına, davranışına uymuyor.  İki dakika çay içmek için öğretmenler odasına koşuyor. Furkan’ın ilkokul döneminde çocuklar bahçeye çıkıyor, herkes top oynuyordu. Furkan kenarda, öyle bakıyordu onlara. Öğretmenin haberi yoktu bundan. Ben babası olarak pencereden bakıyordum çocuğuma. İlkokulda aynı okuldaydık. Koca adamım bazen çocuklarla oğlum oynasın diye maç yapıyordum.

Böyle çok şeyler yaptım. Hatta bir keresinde de çok kar yağmıştı. Kayalım dedik. Aldık fırın tepsilerini kayıyoruz. Kadının biri de zar zor oradan aşağıya iniyor. Ben de koca adamım. Altı yedi yaşındaki çocuklarla beraberim. Kadın da söyleniyor bana “Şuna bak!” diyor “Çocuklarla koskoca adamın yaptığı iş mi’’ diyor… “Ah dedim, ah…” içimden. Benim derdimi bilsen. Ben de çok memnun değilim ama evladım içim yapıyorum, çocuğum o ortamda bulunsun diye. İnsanın başına gelmeyince asla anlaması mümkün değil. Hani ateş düştüğü yeri yakar ya hassasiyetler öyle. Herkes size üzülüyor, yardım etmek istiyor ama en iyisi bile bir yerden sonra kendi dünyasına çekiliyor, pes ediyor.

Ancak sizinle aynı durumu yaşayan insanlarla çok örtüşüyorsunuz. Her halinizden anlıyorlar. Siz onları anlayabiliyorsunuz.  Öğretmen arkadaşlarıma çok ezile büzüle, çok zor yapılamayacak şeyler istiyorum gibi gittiğim anlar oldu. Çok zoruma giderdi. Halbuki oğlumun raporu olduğu için zaten yapılması gerekenleri istemek zorunda kaldığım şeylerdi bunlar.

Siz yalnız bir ebeveynsiniz aynı zamanda…

Evet. Eşimi 2017’de beyin kanamasından kaybettik. İki oğlumla birlikte yaşıyorum. Küçük oğlum dokuz yaşında, üçüncü sınıfa geçti. Daha çok küçük oğlumla vakit geçiriyorum çünkü Furkan çalışıyor. Daha çok sabah kahvaltı ve akşam yemeğinde buluşuyoruz.

Ev işlerini siz mi yapıyorsunuz?

Evet. Onlar da çok sorun olmuyor. Fiziksel olarak, maddi olarak halledilebilecek sıkıntılar olsa hep iyi ama diğer türlü zihinsel olaylar zorluyor. Yalnızlık tabii ki zor geliyor. Sürekli koşturuyorsun. Kendine ait özel bir alanın ya da zamanın olmuyor. Herkes yattıktan sonra ancak kendime zaman ayırabiliyorum.

En son ne zaman kendinize zaman ayırabilmiştiniz?

Uzun soluklu bir şey yapamadım. Benim yarım saatlerim kıymetlidir. Okuldan öğlen çıkarım oğlumun çıkmasına kırk elli dakika vardır. Hemen eve giderim, evim yakın. O elli dakikayı son anına kadar kendi başıma dinlenme olarak çok değerli bir şekilde geçiririm. Ama kendi başıma bir tatile çıkayım, çocukları bir yere bırakayım kendimle kalayım dediğim zamanım olmadı. Çünkü Furkan çalışıyor.

Küçüğü bıraksam bile Furkan Ereğli’de kaldığı için fazla ayrılamıyorum. Furkan evde 3-4 gün kendi

başına kalabiliyor. Ben şehir dışına çıkıyorum. Furkan tek başına Ankara’ya gidiyor. İstanbul biraz daha karmaşık geliyor ama otogardan alınıyor. Kendisi tek başına bir adrese gitmedi henüz.

Bütün bunları yaşamış olmak sizi nasıl etkiliyor?

İnsanın evladını ben bembeyaz bir kağıda benzetiyorum. En ufak bir leke bile hemen fark edilir. Kimse evladında en ufak bir eksiklik olsun istemez. İkinci oğluma teşhis konulduğunda ben epey kötü olmuştum. Geldim, okulda göreve başladım arkadaşlar sordular. Onlar sorunca ben direkt ağlamaya başladım zaten. Bayağı bir kötü olmuşum aldılar müdahale ettiler. Sonra Esin Hanım vardı coğrafya öğretmeni o da ağlıyor benimle karşımda. Onun da çocuğunun kulaklarında duyma problemi varmış. Şimdi benimki ile onun ki… Burada kıyas olmaz. Onun da evladı, benim de evladım. Onun için o çokbüyük bir acı. İstiyorsun ki her şey dört dörtlük olsun. Çok ağır bir şey anne babalar için.

Harun’da tanı var mı?

Tanı vardı kaldırdılar. Ankara’ya ikinci gidişimizde Ankara Üniversitesi’nde dediler ki “Biz bu çocuğa rapor verirsek sıkıntı yaşarız. Bize bu raporu nasıl verdiniz diye sorarlar. Çocuğunuz iyi durumda,” dediler. Ben küçük oğlumda duygusal anlamda arkadaşlarından daha geriden geldiğini görüyorum. Ya da çok naif bir çocuk. Bir de sesten çok rahatsız olur. Az sesinizi yükseltseniz hemen sokulur. “Sinirlendin mi? Bana mı kızdın?” diye sorar. Hep gülelim istiyor.

Aslında bunlar çok olumsuz özellikler gibi gözükmüyor…

Ben şundan çekiniyorum belki, hayat öyle değil ya… Hayatın içinde canı yanacak. Keşke herkes onun gibi olsa. Doğrusu o zaten. Sakin kalmak, ince ruhlu olmak, sevgi dolu olmak insanlığın zaten özenilen şeyler. Ama Harun, çocuklar çok nadir olduğu için sokağa çıkacak, yaşıtı küfredecek, itecek kakacak, hızlı hareket edecek, sırasının önüne geçecek, hakkını alacak, o öyle kalacak sakin sakin.

Mesela onu gözlemliyorum. Biri önüne geçtiğinde öyle bekliyor. Sıra benimdi, demek yok. Bunlar da insanı endişelendiriyor. Evimin içinde çocuklarımla ben çok mutluyum. Ömrüm hep öyle geçse hiç sorun yok. Ama biliyorum ki çocuğum dışarı çıkacak insanlarla muhatap olacak. İnsanlar onun derdini bilmeyecek. Ya da ne kadar idare edebilirler? Sorun yaşayacak bir yerde ve ben orada olamayacağım.

O korku insanı yıpratıyor zaten. Senin olmadığın yerde nasıl davranıyorlar çocuğuna? Senin kadar merhametli olamayacaklar. Bunların korkusu hep oluyor. İnsan çocuğunun kötü söz söylemesini ister mi? Ben istiyorum. Diğer çocuklar gibi gündelik hayatın içinde o da normal bir davranış yeri geldiğinde. Birine zarar versin, bağırsın çağırsın, öfkesini dışa vursun. Olması gereken belki o değildir daha sakin kalınsa keşke ama öyle değil. Hayatta, trafikte bağırırsın çağırırsın. Yanlış olduğunu bilirsin ama o anda deşarj olmak istersin.

GÜNEŞİME
En çok seni sevdim ben
Şu hoyrat dünyada
Bir de güneşi
Sen ruhumu ısıttın
Güneş bedenimi
İstedim ki tüm kalbimle
Sen de sevebilesin beni
Benim seni sevdiğim gibi…

Biliyorum sevdin özünde
Her çocuk gibi anneciğini
Sevdin ta ciğerinden
Ama söyleyemedin
Gösteremedin
Daha pekçok şeyi söyleyemediğin gibi…

Özrün engeldi aramızda
Sarp yüce dağlar gibi
Ve engeldi
Akranların gibi olmana
Tüm çocuklar gibi gülmene,
Doya doya oynamana
Çok istemene rağmen”
“Bu hayatta ‘BEN’de varım! ” diyebilmene
Sevmene,sevilmek ve farkedilmek istemene

Çok kereler gözü yaşlı döndün evimize
Gözünden akan her inci tanesi dağladı yüreğimi
Sen ağladın
Ben her damlası için gözyaşının
Dünya yıkılsın istedim

Ağladın ve yine sustun
Daha da kapandın yapayalnız dünyana
Ben anladım güneşim
Sen anacığını dünyana almasan da
Almak isteyip alamasan da
Analar anlar
Anladım,
Bir kez de bunun için ağladım.

Ne heveslerle yazdığın yazın
Yine layık görülmemişti panoya asılmaya
Hayaller kurmana rağmen
Yine seçilememiştin sınıf takımına
Halbuki beş imzalı doktor raporları hayrandı sana
Engeline kafa tutarak
Onlar beğenmese de
Okumana,yazmana,çabana
Dışlanmışlığı, farklı olmayı
O küçücük yaşında yaşatıldın zorla
Ama minicik bedeninle direndin herşeye inatla…

Halbuki seni çocuklar anlamasa da
Anlamalıydı büyükler
Onlar da anaydı, babaydı
Bugün banaysa, yarın onlaraydı…

Özrü çocuklar anlayamaz meleğim
Neden güzel yazamadığını
Neden onlar gibi koşamadığını
Sen istesen de kaslarının sana hayır dediğini
Neden kendi kendine konuştuğunu
Neden bunca “neden”lerle dolu olduğunu
Çocuklar anlayamaz

Ama anlayabilirler anlatıldığında çocuk yürekler
Tüm farklılıklarına rağmen
Senin de çocuk olduğunu
Senin de oyunu, okulunu
Sevgiyi,şefkati, takdir edilmeyi
En az onlar kadar fark edilmeyi beklediğini
Ve anlarlar çocuk masumiyetleriyle
Senin de bir çocuk olduğunu…

Özür sen de değil çiçeğim
Özür bedenler de
Özür beyinler de değil
Özür sizleri anlayamayan
Vicdanlarda ve kalplerdedir gerçekte

Sen hiçbir zaman üzülme tasa çekme
Canım,
Cananım
Uğruna başkoyduğum
Bir damla gözyaşına kurban olduğum
Oğlum
Güneşim
Kimseler anlamasa da seni
Ben varım sıra dağlar gibi ardında
Kimseler sevmese de seni
Yüreğim ayaklarının altında
Kimse tutmasa da elinden
Hayatta,
Ölümde
Ve hatta kıyamette
2007
Anacığın hep
Ama hep yanında! …

1 mayıs 2007

31 Ekim 2017’de beyin kanamasından vefat eden anne Derya Akgün’ün şiiridir. Tüm “Özel eğitimli Çocuklara ve Annelerine’’ adanmıştır. Değişim Medya tarafından düzenlenen “Anne Sevgisi” konulu yarışmada jüri özel ödülüne layık görülmüştür.

Röportaj: Rana Zeynep Çömlekçi