KADERİNİ BİLMEK YA DA YARATMAK: “LÜTFEN BEKLEMEDE KAL”

,

Orijinal adı “Please Stand By” olan “Lütfen Beklemede Kal”, 2017 yapımı bir Amerikan filmi. Senaryosunu  Michael Golamco’nun yazdığı filmin yönetmeni ise, Ben Lewin. Bence, bu film de, “otizm hikâyeleri anlatan başarılı filmler havuzu”nda olmayı hak ediyor.

Alışık olduğumuz ebeveyn korumasından farklı bir konumda olan otizmli bir genç kız var, karşımızda. Annesi, o küçükken ölmüş. Hayattaki tek varlığı, ablası.

Film, kahramanımız Wendy’nin yakın çekimdeki yüzüyle açılır. Kulaklıklı, bu sarışın kızın gözleri kapalıdır. Sonra gözlerini birden açar ve sözü edilen ışık; onun sesiyle, bilimsel bir anlatımla betimlenir: “Işık, hedefine ulaşana kadar milyonlarca yıl yolculuk edebilir. Birine ulaşacağı umuduyla yoluna yapayalnız devam eder. Ama ya hiç ulaşamazsa? Kendine bir yuva bulamazsa? Çünkü uzay uçsuz bucaksız ve zaman çok uzun. Ve burada kaybolmak çok kolay… Bilgi alabilir miyim? Yaşam desteği risk altında. Kaptan’ın günlüğü son kayıt. Atılgan’ın kaybolduğu varsayılıyor. Tek kurtulan Spock ve benim. Kaderimiz bilinmiyor. Spock’tan Atılgan’a.” Wendy’nin bilgisayar başında yazmakta olduğu senaryonun mekânı, uzaydır. Anlatı onun zihnindeki bu özel dünyada başlar. Bu özel dünyaya ritimli bir müzik eşliğinde tanık oluruz. Uzay boşluğu, ışık, gezegenler ve dünya görüntüsü. Ardından Wendy’i odasında çalışırken gösteren bir genel çekimle, alışık olduğumuz imgelere boğuluruz. Ve evin kapısını açan başka bir kadınla hikâye açılır. Geniş bir iç mekânda çalan telefona bakılmaz. Telesekreterden yansıyan iletiden burasının bir  “Yaşam Destek Merkezi” olduğunu anlarız. Kapıyı açan o kadın, bu özel merkezin sorumlusu olan terapist Scottie’dir. Burada grup halinde yaşayan bireyleri tek tek selamlar. Ve son durak, Wendy’nin odasıdır. Kapıyı açar açmaz düdüğünü çalar. Bu düdük anlatının başka yerlerinde de bir “iletişim yöntemi” olarak karşımıza çıkacaktır. Wendy de boynunda asılı duran düdüğünü aynı melodiyle çalarak Scottie’ye karşılık verir. Birbirlerine gerçekte sarılmadan, “simgesel sarılma” hareketiyle selamlaşırlar. Hemen ardından “göz teması”na vurgu yapılır. Otizm spektrumu içinde yer alan pek çok kişinin en büyük sorunlarından biri, göz temasında bulunmama edimidir. Bu teması kurmaları için, bu konuda eğitim almaları gerekir. Zaten bugüne dek izlediğim ve size anlattığım bütün hikâyelerde; göz teması konusu, otizm tanısının bir parçası olarak ta işlevseldir. Scottie, Wendy’nin düşünceleri öğrenmek için şöyle der: “Sesli düşün lütfen,”. Bu önemli bir cümledir. Çünkü otizmli bireylerin büyük bir çoğunluğu; düşünmeyle, düşündüklerini dışarıya ifade etme arasında bir bölünme yaşarlar. Sanki düşünceleri görünürdür. Bu nedenle kolayca anlaşılabileceklerini varsayarlar. Ama, öyle olmaz. Kendilerinin sosyal bir ortamda dışarıdan nasıl göründükleriyle ilgili fikir yürütmede sorun yaşarlar ve diğerlerinin düşüncelerini, duygularını yüzlerdeki mimik ve jestlere bakarak okumak konusunda yetersizdirler. Zaten göz teması kurmazsanız, diğerlerinin yüzüne bakmıyorsunuz demektir. Bakılmayan bir yüz nasıl okunabilir ki? Bu arada Wendy ve Scottie’nin konuşmalarında öne çıkan şey, Wendy’nin ablasının ziyarete gelecek olmasıdır. Bu bizi, bir gündeme açar. Anlatının hemen başlarında şunu fark ederiz: Otizmli kişi için, günlük bir programının olması çok önemlidir. Pek çok anlatı bu duruma vurgu yapar. Bu, Wendy için de geçerlidir. Böylece gündelik yaşamın sürprizleri, beklenmedik şeyler, bir programın sağladığı güvenlik duygusuyla ötelenir. Yani kişide, hayatı üzerinde bir denetime sahip olduğu duygusu pekiştirilir. “Uyan, yatağını topla, havlu ve banyo malzemelerini al, malzemeler kötü kokuyorsa kirli sepetine at, yenisini al, banyoya git, duşunu al, regli döneminde olup olmadığına bak, öyleysen bunu hatırlamak için baş parmağını kaldır.” Liste böyle devam ediyor. Wendy’nin her gün için giydiği başka renkte kazakları var. Örneğin salı günü eflatun giymek zorunda. İşe gitme saati geldiğinde de, devreye sokakta uyulacak kurallar giriyor: Trafik kuralları. En önemlisi, hayatının sınırı olan Market Sokağı. Çünkü oradan öteye gitmesi yasak. Tıpkı küçük bir çocukken anneannemin bana koyduğu sınır gibi. Bunu niye söyledim? Çünkü 21 yaşında, 1.63 boyunda bir yetişkin olan Wendy, otizmli olduğu için “erişkin” kabul edilmiyor. Pek çok hikâyede olduğu gibi, burada da, kendisinin isteklerinin dikkate alınması için mücadele etmesi ve kendini belli ölçüde ondan sorumlu olan kişilere ispat etmesi gerekecek. Gündelik programında öne çıkan şeylerden biri de, saat 18’de başlayan “Star Trek” dizisini izlemek. Sonra akşam yemeği saati. Ve yatana kadar serbest zaman. İzleyici, Wendy’nin hayatının bir gününe tanıklık ettiğinde aslında tümünün bundan ibaret olduğunu sanabilir. Ama, otizmli kişinin hayatının görünen kısmı, bir buzdağının yüzeydeki bölümüne benzer. Bu kişilerin çok yoğun biçimde yaşantıladıkları bir iç dünyaları olduğunu artık biliyoruz. Hepimizin bir iç dünyası var elbette. Ancak, onlarınki gündelik yaşantının gereklilikleriyle kolay kolay kesintiye uğratılamayacak biçimde, mutlak bir hisle deneyimleniyor. Yani, zihinde kurulan özel alan, dışarıda akan yaşamdan çoğu zaman daha güçlü oluyor. “Po Adında Bir Çocuk” filminde, bu durumun “sürüklenme tehlikesi” biçiminde ifade edildiğini hatırlayın. Otizmli kişinin kendi dünyasında kaybolup diğer insanlarla birlikte yaşanan gündelik hayata geri dönememe, ihtiyaç duyduğu anlamı kendi yalnızlığına saklama gibi eğilimleri olabiliyor. Bu filmde, bu özel dünya, bir senaryo yazma edimi içinde işlevsel kılınır. Yani Wendy, “Paramount Pictures” adlı film stüdyolarının duyurduğu Star Trek Senaryo Yarışması’na katılmak için, hayatının güvenli sınırlarını hiçe sayacaktır. Hikâyede ablanın uzaklardan gelmesi, bir değişimin yaşanacağının öncülüdür. Tüm masallar ya birinin kahramanı etkileyecek biçimde uzaklardan gelmesiyle ya da kahramanın bir amaç uğruna yola çıkmasıyla başlar. (Dileyenler, V. Propp’un “Masalın Biçimbilimi” adlı yapıtına bakabilirler.)

Şimdi, biraz hızlanıp anlatının akışına geri dönelim. Abla gelir, işler beklendiği gibi gerçekleşmez. Wendy bu özel merkezde yaşamaktan bıkmıştır. Arzusu, yakına taşınan ablasıyla ve bir yaşına gelen yeğeni Ruby’le birlikte yaşamaktır. Ancak Abla Audrey, tüm çocukluğu ve gençliği boyunca kardeşinin krizli zamanlarına ortak olmuştur. Ve evlenerek kurduğu huzurlu yaşamın bozulmasından korkmaktadır. En çok ta, bebeğinin incinmesinden çekinmektedir. Oysa, Wendy’nin kafasındaki plan şudur: En iyi senaryoyu yazacak ve 100 bin dolar olan ödülü kazanacaktır. Bu parayla birlikte, güvence içinde, evine dönecektir. “Ruby’e bakabilirim. Eve dönmeye hazırım,” der ablasına. Ancak isteği kabul görmeyince, tıpkı çocukluğundaki gibi kendini dövmeye ve çığlık atmaya başlar. Ablanın korkusu gerçek olmuştur. Çılgına dönen Wendy’nin kollarını yere bastırıp sakinleşmesine yardımcı olurlar. Scottie’nin bu sırada sürekli söylediği cümle şudur: “Lütfen beklemede kal,”. Filmin adı, bu cümle kalıbından gelir. Ben bu sekansları izlerken, Temple Grandin’i anımsadım. Özellikle onun kendisini sakinleştirmek için, bir sığır çiftliğinde görüp ilham aldığı ve daha sonra inşa ettiği “sarılma makinesi”ni. Bu aleti 1965’te icat etmişti ve kendisinin adını taşıyan filmde, öğrenim gördüğü okulun yöneticileri tarafından şiddetle kınanmıştı. O tarihlerde otoriteler bu makinenin işlevini doğru algılayamamışlardı. Oysa, otizmli kişinin en zorlandığı şeylerden biri, öfke nöbetleri sırasındaki kontrol kaybını geri almak. Yani sakinleşmek. Bu film aslında bunu öğrenmekle ilgili.

Filmle ilgili yabancı kaynaklardaki eleştirilere şöyle bir göz attığımda, olumlu ve olumsuz yönler olarak iki eleştiri öne çıkıyor. Biri, Wendy’i canlandıran “Dakota Fanning” adlı oyuncunun gayet inandırıcı bir karakter çizdiği yönünde. Diğeri ise, film anlatısının otizmin zorluklarını hafife aldığı yönünde. The New York Times’ta yazan Jeannette Catsoulis, “Review: Boldly Going Toward Independence in ‘Please Stand By’” adlı eleştirisinde şöyle diyor: “Bu kırılgan masal, kadersel şeylerin ağırlığını hafifletmek uğruna rahatsız edici gerçeklikleri es geçiyor. Ancak Wendy tümüyle inandırıcı ve başarılı. Özellikle, senaryosundaki Spock karakterinin fazlasıyla rasyonel oluşunu incelerken; onun insan arkadaşlarının duygularına nasıl tepki verdiğine bakarak, kendi ilişkilerini müzakere etmeyi öğreniyor.” (Catsoulis, 2018)

Bu eleştiriye bir parça hak vermek yerinde olur. Zira, bu filmi benzer temayı işleyen diğerleriyle kıyasladığımızda; hayatı zehir eden krizleri, bu krizler içinde yoğun çatışmalar yaşayan aile bireylerini pek de görmeyiz. Bu anlatıda da ciddi bir kriz var: Wendy’nin zihninde tasarladığı Star Trek senaryosu ile gerçek yaşamı arasındaki “aynalama”dan kimsenin haberi yoktur. Yani Wendy, kendi yarattığı dünyadaki Spock karakterinin daha fazla insan olmak için gösterdiği çabayı; gündelik ilişkilerine farkındalık taşımak için kullanmaya başlar. David Edelstein da, “Please Stand By is a Thoughtful But Stiff Look at Autism” adlı yazısında film anlatısına dair görüşlerini şöyle dile getirir: “Terapisti Scottie, Wendy’e göz temasında bulunmayı, insanların sosyal, duygusal ipuçlarını yüzlerinden okumayı, iş yerinde gülümsemeyi, her gün duş almayı, gündelik bir yaşam programını izlemeyi öğretir. Ancak Wendy’nin hayal gücüyle yarattığı dünyası, Scottie’nin asla etkileyemeyeceği bir alan ve Star Trek takıntısı olarak kalır. Özellikle Mr. Spock. Buradaki anahtar öğe, Spock’ın annesinin bir insan olmasıdır. Duyguları zayıflık ve güvenilmez olarak tanımlayan bir kültürle mayalanmış olsa da, davranışlarında robot gibi olsa da, bastırılmış duyguları hızla dışarı çıkar. Film otizmi dramatize etme biçimiyle düşünceli ancak yine de biraz hantal.” (Edelstein, 2015)

Şüphesiz Star Trek hayranları, başka ayrıntılar üzerinden giderek farklı okumalar da yapabilirler. Filmin kapsayıcı anlatısı içinde başka bir anlatının (kapsanan) varlığı önemlidir. Zaten kahramanı harekete geçiren de, 16 Şubat saat 17.00’a kadar “Paramount Pictures” stüdyolarına teslim edilmesi gereken senaryodur. Ablasının onu ziyarete geldiği gün yaşanan karmaşada, senaryonun postalanması önceliği es geçilmiştir. Wendy, postanenin pazar günü kapalı, ertesi günün de tatil olduğunu fark ettiğinde, göz yaşlarına boğulur. Star Trek Senaryosu’nu teslim etmenin tek bir yolu kalmıştır: O da Los Angeles’a gitmek. Çantasını hazırlar ve gün doğumuyla evden çıkar. Onu takip eden küçük köpeği Pete’i de çantasına koyarak yola koyulur. Israrı sayesinde doğru otobüsü bulur, biletini alır, koltuğuna yerleşir. Bu çabaları sırasında, sosyal ileti taşıyan panoları, ikazları gayet iyi okumaktadır ve bunlara göre davranışlarını ayarlayabilmektedir. Tam bu noktada, ülkemizde yaşayan, farklı gereksinimleri olan bireylere yol gösteren işaretlerin ve kolaylaştırıcı düzenlemelerin profesyonel bir bilgi dahilinde yapılması gerekliliğini hatırlatmak istiyorum. Gündelik sosyal yaşamın herkese aynı mesafede ulaşılabilir olması, bir uygarlık göstergesidir.

Anlatının Los Angeles’a varılması amacına hizmet eden bu bölümü, pikaresk bir biçemde ilerler. Yani kahraman bir maceraya atılmıştır. Tıpkı masallarda olduğu gibi, onu bu amacında destekleyenler ve köstekleyenler olacaktır. İlk köstek, otobüs şoföründen gelir; Pete, köpek taşınması yasak olan otobüse işer ve böylece otobüsten atılırlar. Yola yayan devam eden Wendy, bir durma noktasında bebekli bir kadınla karşılaşır. Onunla kurulan diyalog sırasında, Wendy’nin en çok canını acıtan şeyin, Bebek Ruby’e yakın olamaması olduğunu bir kez daha anlarız. Wendy, bu sohbet sayesinde kendi duygularını seslendirme olanağı bulur. Ancak bu karşılaşma da onu destekleyen biçimde gelişmez. “Bizimle Los Angeles’a gelebilisin,” daveti yalan çıkar. Wendy’nin müzik çaları ve parası çalınır. Daha gitmesi gereken, 230 km yolu vardır. Bu noktada, 911’i arayarak kaybolduğunu haber vermek ister. Ancak Ruby’nin fotoğrafına bakınca, bundan vazgeçer. Bir markete girer ve kalan bozuk paralarıyla şekerleme alır. Kasadaki adam, onun saflığını fark etmiştir, onu kazıklamaya kalkar. İşte tam o sırada kahramanımıza destek olacak yaşlı bir kadın figürü ortaya çıkar. Bu kadın, masallardaki “bağışçı” rolündedir. Onun daveti üzerine, üzerinde “Shell Creek Emeklilik Köyü” yazan bir otobüse binerler. Wendy geceyi yanında oturan kadınla sohbet ederek geçirir. Bu sohbet, Wendy için oldukça aydınlatıcıdır. Kadın torununu özlemekten yakınır. Wendy’i torunu yerine koyarak konuşur. Kahramanımız da ona senaryosundan söz eder. Kadın konusunu sorar. Wendy şöyle yanıtlar: “Ayrı düşen iki eski arkadaş hakkında. Biri Spock, bir Vulkan. Diğeri Kirk.” Buradan şunu anlarız: Aslında birbirlerinden uzak düşmüş olanlar, Wendy ve Ablası Audrey’dir. Wendy, gereğince sosyalleşemeyen bir birey olarak kendisini yarı insan, yarı uzaylı olan Spock karakteriyle özdeşleştirmektedir. Filmin en başında sözünü ettiği “ışık imgesi” Wendy’nin bir varlık olarak ihtiyaç duyduğu ilişki-bağlanma duygusunu ifade eder. O ışık, onu yuvasına götürecek iç sestir. Anlatı; kahramanın arayışını bir öykünün yerine ulaştırılması yani bir yarışa katılınması olarak gösterse de, içerdeki hikâye daha derin bir şey söyler: Wendy, kendisini aramaktadır. Bu arada yaşlı şoför uykuya dalınca kaza olur. Wendy gözünü Bakersfield’daki bir hastanede açar. Kırığı, kanaması yoktur. Sadece başını çarpmıştır. Scottie ve Audrey deliler gibi Wendy’i aramaktadırlar. Scottie ettiği onlarca telefondan sonra onu bulur. Hastaneye gitmek için oğluyla birlikte yola çıkar. Scottie ve oğlu arasındaki sohbet te, biz izleyiciler için oldukça aydınlatıcıdır: Senaryodan pek bir şey anlamamış olan Scottie, oğlunun açıklamaları sayesinde şunu öğrenir: Wendy’nin kendisini Spock karakteriyle özdeşleştirmesi bir tesadüf değildir, duygularıyla baş etmek için ondan yardım alır. Wendy amacına ulaşmak için köpeğini hastanede bırakarak kaçar. Filmin bir saati dolmak üzereyken, Wendy’nin senaryo mekânı yeniden görünür: Uçsuz bucaksız bir çölde minicik kalmış bir insan imgesi. Wendy’nin nasıl hissettiği açıktır. Hiç bilmediği sokaklarda yalnızdır. Üstelik hastaneden kaçarken, senaryosunun büyük bir kısmı sayfa sayfa hastane bahçesine yayılmıştır. Hastaneye gelen Scottie ve oğlu, geride kalan sayfaları toplarlar. Wendy, ertesi sabah kalkacak olan Los Angeles otobüsünü beklemek zorundadır. Acenta kapanınca, gece boyunca oradaki bir bankta kıvrılarak uyur. Gün ağardığında, uyanır ve kalkmak üzere olan otobüsün bagaj bölümüne süzülür. Parası yetişmediği için bilet alamamıştır. O da koşullara göre hareket etmeyi öğrenmiştir. Artık Los Angeles’tadır. Ancak anlayışlı polis Frank tarafından alıkonur ve karakola götürülür. Bir süre sonra Scottie ve Audrey onu karakoldan çıkarıp hedefine doğru iterler. Stüdyonun önüne vardıklarında, Wendy arabadan atlar. Yarışmadan sorumlu görevli, posta dışında kabul yapmadıklarını söyler. Wendy bu son kösteği de atlatarak, elindeki dosyayı Star Trek haznesinden içeri atar. Görev tamamlanmıştır. Birkaç gün sonra stüdyodan bir mektup gelir: “Katıldığınız için teşekkür ederiz,”. Senaryosu yarışmayı kazanamaz. Ancak ablasıyla yeniden iletişim kurmayı başarmıştır. Audrey’in ona gönderdiği mektupta şöyle yazar: “Ruby seninle tanışmak istiyor,”.

Wendy, Ruby’i kucağına alır ve başını ablasının omzuna yaslar. Uzay boşluğunda yol alan o ışık, sonunda yerine ulaşmıştır.

 Kaynaklar:

Catsoulis, J., 2018. “Review: Boldly Going Toward Independence in ‘Please Stand By’”, www.nytimes.com/2018/01/25/movies/please-stand-br-review-dakota-fanning.html (16Haziran 2020)

Edelstein, D., 2015. “Please Stand By is a Thoughtful But Stiff Look at Autism”, www.vulture.com/2018/01/please-stand-by-review.html (16 Haziran 2020)