BURHAN ŞEŞEN: “EN ÖNEMLİ KONU SAYGI”

Birbirimize saygı göstereceğiz ve kimseye yadırgayan gözlerle bakmayacağız. Daha da önemlisi özel gereksinimli bireyler için kaldırımları, otobüsleri, trenleri, metroları, vapurları, kültür merkezlerini uygun hale getirmeliyiz. Bu bireylerin toplum hayatına karışmasını engelleyen ne varsa ortadan kaldırmak önce devletin sonra da yerel yönetimlerin biricik görevi olmalıdır.

Röportaj: Rana Zeynep ÇÖMLEKÇİ

Hikâyenizin en başından başlarsak… Müzik kariyerinize nasıl başladınız?

Ağabeyim Gökhan çok yetenekli biriydi. Çocukluğundan beri eline hangi telli saz verilirse çalardı. Annem çok güzel şarkı söylerdi, babam da müzik dinlemeye çok meraklıydı. Askeri pilot olduğu için yurtdışından bavul dolusu plaklarla gelirdi.Müziğin çok sevildiği bir ortamda büyüdüm yani. 1970’lerin başında da babamın sivil havacılığı seçmesiyle Ankara’dan İstanbul’a gelince kendimi çok yalnız hissettim, ben de gitar çalmaya ve şarkı yazmaya başladım.

‘Ben müzisyenliği meslek edinmeliyim’ dediğiniz an ne zamandı? Bu kararı vermenizde etkili olan faktörler nelerdi?

İnanın hiç öyle bir şey düşünmedim. Hep hobi gibiydi benim için müzik. Hala da bu işten para kazanıyor olmama şaşırmıyorum desem yalan olur. Zira içimizden gelen duygular şarkıya dönüşüyor milyonlarca insana tercümanlık ediyor ve de onun karşılığında hayatınızı sürdürüyorsunuz. Mucize gibi bir şey bu.

İlk gençlik yıllarınızda günümüzdeki gibi internet, CD’ler veya akıllı telefonlar olmadan müzik üretmek ve dinlemek nasıl bir deneyimdi? Değişimi nasıl yorumluyorsunuz?

Ben yine müzik üretirken teknolojiden faydalanmıyorum. Sadece onları kayıt ederken ve pazarlarken bu teknolojiyi kullanıyorum. Dijital devrimin sayısız faydası oldu olmasına ama insanlar bu sefer de duyguyu kaybettiler. Nietzsche boşuna dememiş “Her seçim bir kaybediştir” diye…

Değişen değerler, davranışlar ve kendini ifade biçimleri bu dönemde ortaya çıkan sanat ürünlerini nasıl etkiliyor?

Sosyal demokrat biri olarak, altyapı üstyapıyı belirler fikrini doğru buluyorum. Bu yüzdendir ki, bu dönemde en çok dinlenen tarzlar rap ve hip hop. Zira  bu kaotik ortamı, ekonomik krizi, sıkışmışlığı, boşluğu sokak ağzıyla en iyi onlar anlatıyor.

Gelişen teknoloji insanları yalnızlaştırdı ve saldırganlaştırdı. Hep bir yerlere yetişme kaygısı, koşturmaca, trafik, çevre kirliliği, insan ilişkileri, hayat pahalılığı ve de son 20 seneye damga vuran muhafazakar yönetim tarzı insanları kısaca mutsuz bir birey yaptı. Bizi insan yapan değerler yerini tamamen günü kurtarmaya yönelik agresif davranışlara bıraktı.

Müzikal kariyeriniz boyunca karşılaştığınız, en kemikleşmiş  ve aşmakta zorlandığınız problem neydi? MÜYORBİR başkanlığına uzanan çalışmalarımızda tanık olduğunuz sorunlar sizi ne kadar etkiledi?

Yapımcıların çok azının müzikten anlaması ve de yeniliğe karşı hep önyargılı olmaları sektör için en büyük handikap. Bu sorun hala da devam ediyor. Hep iş yapan tutan bir şarkının ya da şarkıcının benzerlerini, kötü kopyalarını yayınlayarak yapımcılık yaptıklarını zannediyorlar ve birçok pırıl pırıl genç şarkılarını yayınlayamıyor. Neyse ki, artık bağımsız yapımcılık var ve birçok genç kendi bağımsız firmalarını kurup istedikleri tarzda müziği yapıyorlar.

MÜYORBİR başkanlığı müzik sektörünü tanımam açısından çok önemli bir deneyim oldu. Zira ben sektörün hep iyi tarafını biliyordum. Arkadaşlıklar, şarkılar, konserler vs .Ama işin içine toplu hak takibi ve telif gelirleri girince çok başka bir tabloyla karşılaştım. Hem kullanıcıların telif ödememek için yaptıkları hem de sanatçıların doymak bilmez egoları işin gereğince yapılması önündeki en büyük engel.

Binlerce insan Türkiye’deki en çok dinlenen müzisyenin kendisi olduğunu iddia ediyor ve bu beklentiyle  aldıkları telif ücretlerini çok düşük buluyor. Ama gerçek tabii ki bu değil.

MÜYORBİR çok etkin çalışan bir meslek birliği. ‘Müzik Susmasın’ diyerek üyelerinizin desteklenmesini sağlamıştınız. Bu çalışmadan biraz bahseder misiniz?

Ben her zaman örgütlü hareketten yanayım. Bir elin nesi var iki elin sesi var diye boşuna dememiş büyüklerimiz. Ama sektördeki sanatçılar örgüt, eylem, demokratik gibi kelimelerden korkuyorlar. Toplu hareket yerine bireysel hareket etmeyi seviyorlar. Bu da kamuoyu karşısındaki gücümüzü zayıflatıyor.

“Müzik Susmasın” kampanyası Kültür ve Turizm Bakanlığı ve müzikle ilgili STK’ların ve meslek birliklerinin ortak bir çalışmasıydı. Kayıtlı olan müzisyenlere pandemi döneminde ufak da olsa bir katkıda bulunduk. Kültür Bakanlığıyla eşgüdümlü çalışmalarımız devam ediyor.

Grup Gündoğarken üyesi müzisyen Burhan Şeşen’in oğlu Serhan Şeşen, 26 yaşında hayatını kaybetmişti. Serhan Şeşen soğuk algınlığı şüphesiyle doktora gitmiş, ardından evine gönderilmişti. Durumu kötüleşince tekrar hastaneye giden ve menenjit teşhisi konan Serhan Şeşen’den beyin tomografisi çekilmeden belinden su alınmış ve bu durum genç adamın ölümüne sebep olmuştu.

Oğlunuz Serhan Şeşen’i çok genç yaşta ve çok talihsiz bir biçimde kaybettiniz. Böyle söyledikten sonra insan ister istemez bir teselli cümlesi ile devam etmek istiyor ama sözler gerçekten yetersiz kalıyor. Sonrasında hastaneye dava açmıştınız. Davanızın sonucu ne oldu?

Evet, Serhan’ı maalesef çok genç yaşta, 26 yaşında kaybettik. Bir dizi doktor hatası yüzünden hem de. Zira beyin tomografisi çekmeden belinden su alınınca antibiyotik tedavisiyle hastaneden elini kolunu sallayarak çıkabilecek (ülkemizin önde gelen beyin profesörlerinden birinin beyanı bu) pırıl pırıl bir genci sonsuzluğa uğurladık.

5 seneyi geçen mahkeme sürecini kazandık. Olayda kusuru bulunan bir enfeksiyon uzmanı ve bir doktor 2 sene ceza aldı ama ardından 15 Temmuz oldu. Temyize giden hastane yönetimini değişen adli tıp yönetimi ve mahkeme heyetinin sayesinde kararı bozdu. Ama en büyük adalet insanın vicdanıdır…

Oğlunuzun doğum günü olan 27 Şubat “Dünya Yaşama Saygı Günü’ olarak kutlanmasının arka planını anlatır mısınız?

Serhan Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji mezunuydu. GS Üniversitesi’nde de felsefe  masterı yapıyordu. Çok da iyi bir müzisyen olma yolunda ilerliyordu. Tüm canlılara karşı büyük bir sevgi ve saygıyla yaklaşırdı. Hep olumlu, hep güleryüzlü idi.

Kafası da hep çözüm odaklı çalışırdı. Bir kitap kurduydu. Onu sadece müzik ve felsefeyle anlatmanın yeterli olmayacağını düşünerek derneğin adına yaşama saygıyı da ekledik.

Oğlunuzun anısına kurduğunuz Serhan Şeşen Müzik, Felsefe ve Yaşama Saygı Derneği’nin hedeflerinden bahseder misiniz?

Öncelikli hedefimiz Serhan’ın adını olabildiğince uzun yaşatmak. Bunun için başarılı öğrencilere burslar veriyoruz. Felsefe ve müzikle ilgili sohbetler gerçekleştiriyoruz. Her türlü sanatsal faaliyeti derneğimizin bünyesinde toparlamaya çalışıyoruz. Pandemi döneminde faaliyetlerimiz doğal olarak azaldı en kısa zamanda eski hızımızı yakalayacağımızı umuyorum.

Çalışmalarınızdan aktivizimin pozitif gücüne inandığınızı görüyorum. Doğru bir tahmin mi?

Çok aktivist sayılmam ama haksızlık karşısında da susmam. En gurur duyduğum özelliğim bu yaşıma kadar hiç kimseyle kavga etmememdir. Kalem kılıçtan güçlüdür, sözler ve fikirler de…

Biliyorsunuz biz özel gereksinimli bireyler için çalışan bir derneğiz. Sizin yolunuz hiç özel gereksinimli bireyler ile kesişti mi?

Tabii ki de kesişmez mi? Türkiye’nin dört bir yanında konserler verdik binlerce insanla tanıştık. Zaman zaman yardım konserlerinde ve hastalıklarla ilgili farkındalık yaratmak için kısa filmlerde yer aldık. Hayat bu. Karşımıza ne zaman neyin çıkacağı belli olmaz. Hepimiz birbirimize muhtacız.

Farklılıklara saygı kavramı sizin için ne ifade ediyor?

Benim için saygı kavramı çok şey ifade ediyor. Ben sevgisizliğe katlanabilirim ama saygısızlığa asla. Bunun için de küçük olsun, büyük olsun, kadın olsun erkek olsun, normal olsun özel gereksinimi olan birey olsun benim için fark etmez.

Otizmli, down sendromlu ya da CP’li çocuğu olan bazı ailelerimiz yadırgayan bakışlar ile mücadelede etmemek için bazen evden çıkmak bile istemiyor. O ailelerimize ne söylemek isterseniz?

Burada yine en önemli konu saygı. Birbirimize saygı göstereceğiz ve kimseye yadırgayan gözlerle bakmayacağız. Daha da önemlisi özel gereksinimli bireyler için kaldırımları, otobüsleri, trenleri, metroları, vapurları, kültür merkezlerini uygun hale getirmeliyiz.

Bu bireylerin toplum hayatına karışmasını engelleyen ne varsa ortadan kaldırmak önce devletin sonra da yerel yönetimlerin biricik görevi olmalıdır.

Son olarak… Röportajımızı okuyacak ailelerimize söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Çok zor bir görev üstlendiklerini biliyorum. Ama sevgi her şeyin üstesinden gelecektir. Hepsine mutlu, sağlıklı ve sevdikleriyle beraber mutlu bir ömür diliyorum…