ÖZEL GEREKSİNİMLİ KARDEŞİ OLAN ÇOCUKLAR İLE SINIRLARI VE KURALLARI NASIL BELİRLERİZ?

“Çocuklarımız aralarında ayrım gözetmediğimizi bilmeli. Bunu iyi ifade etmeliyiz. Tipik gelişen çocuğumuz bizim yardımcımız, kardeşine bakım veren biri değil. O da çocuk. Ondan ebeveynmişçesine davranmasını beklersek, maalesef kurallara uymakta ve kardeşinin kurallarının neden farklı olduğunu anlamakta çok zorluk çekecektir,” diyen İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü Öğretim Görevlisi Işıl Betül KOLAŞINLI ile konuştuk.

 Röportaj: Hilal CANER

Sınır nedir ve neden gereklidir?

Sınır, çocuğumuzun güvenli bir ortamda büyümesi için koyduğumuz kurallar bütünüdür. Çocuklar yetişkinlerin minyatürü değildir. Yetişkinlerden tamamen farklı bilişsel, sosyal ve duygusal özelliklere sahiptir. Bu yüzden de, çocukların bir güç dengesine ihtiyacı vardır. Onlara sınırlar koyarak, hem özgür hem de disiplinli bir ortam içerisinde büyümelerini ve gelecekteki yetişkinlik yaşamında da özdenetimi yüksek bireyler olmalarını sağlamaya çalışırız. Bizim bugün koyduğumuz sınırlar, çocuğumuzun geleceğine ve özdenetimine yatırımdır.

Çocuklarda rutinler ne zaman uygulanmaya başlanmalıdır?

Rutinler sınırların en büyük parçası ve yardımcısıdır. Sınırları çocuğun etrafına güvenlik için koyduğumuz bir çit gibi düşünürsek, rutinler bu çitleri birleştiren vidalardır. Rutinleri çocuk doğduğu andan itibaren uygulamaya başlarız. Bir bebeğin, emme ya da altını değiştirme saati gibi bakım zamanlarının hepsi bizim günlük rutin dediğimiz zamanlardır. Bu günlük rutinler sayesinde çocuk kendi yaşamını düzenlemeyi öğrenir. Ne kadar düzenli rutinler oluşturabilirsek, çocuk kendi yaşamını planlamayı o kadar iyi öğrenecektir. Bununla ilgili ‘Pikler Yaklaşımı’ adında çok güzel bir yaklaşım var. Bu yaklaşımda, rutinler gerçekleştirilirken çocuk dil ile aynalanır. Örneğin çocuğun altını değiştirirken “Şimdi altını açacağım, bezini çıkaracağım, altını sileceğim…”gibi cümlelerle yapılan davranışlar söze dökülür. Böylece çocuk rahat hisseder. Çünkü insan beyni kendini bilinenler ile daha rahat hisseder. O yüzden de biz rutinler sayesinde hem çocuğa planlama becerisi kazandırıyoruz, hem de onun daha rahat ve güvenli bir hayat sürmesini sağlıyoruz.

Katı kuralları sınırlardan ayıran özellikler nelerdir?

Kural dediğimizde nedense olumsuz, ceza ve çok fazla otokontrol barındıran uygulamalar akla geliyor. Ama kurallar, disiplin ya da sınırlar koymaktan ibaret değildir. Yalnız katı kurallarda, çocuğun hiçbir şekilde demokratik olarak katılmadığı, uygulamak zorunda kaldığı ve içinde mantık arayamayacağı bir durum söz konusudur.

Ama bizim istediğimiz, çocuğun demokratik süreçlerine dahil olduğu ve içinde mantık arayabildiği kurallardır. Eğer bir kural mantıklıysa, tutarlı ve sürekli ise çocuk bunu uygulamakta sıkıntı çekmez. Bu aşamada çocuğun yaş ve gelişim özelliklerine uygun kurallar koymanın önemi büyük.

Çocuk neden katı kuralları uygulamak ‘zorunda kaldığını’ düşünüyor?

Çünkü ebeveyn şu mesajı veriyor “Ben ebeveynim ve güçlüyüm. O yüzden benim kurallarıma uymak zorundasın!” Ne oluyor? Biz burada güç çatışması yaratıyoruz. Ancak unutmamalıyız ki, çocuk ile girdiğimiz hiçbir çatışmayı kazanamayız, bir galibi olmaz. O yüzden de çatışmaya girmekten kaçınıyoruz. Evet, biz ebeveyniz. Evet, güç bizde. Bunu çocuk biliyor mu? Evet, bilmesi gerekiyor. Ama bu bir çatışmaya dönmemeli. Katı kurallar koyduğumuzda ise çatışmaya giriyoruz. Maalesef çocuğun özgüvenini de kırıcı oluyor. Öyle ki, çocuk kendini yetersiz hissediyor. Mesela sık konulan katı kurallardan biri ‘başka yetişkinlerin yanında ağlama’dır. Bu bir kural ama bu kuralın mantığı nerede? Çocuk buna neden uysun ve neden uymak istesin? Koyduğumuz kuralları her zaman mantıklı bir biçimde açıklamalıyız. İşte o zaman çocuk için güvenli sınırlar oluşturabiliriz. Aksi halde yaptığımız şey çocuğu bir kafesin içine hapsetmek olur.

Çocuğun gelişim döngüsünde sınırların önemi nedir?

Çocuklar yetişkinler gibi düşünemez dedik. Tamamen farklı düşünme süreçlerinden geçerler ve sürekli bizim sınırlarımızı denerler. Bunu örnekler ile açıklayabiliriz… Altı aylık bir çocuk düşünelim, mama yedirmeye başladığımızda bu çocuk mamayı tükürür. Neden tükürür? “Tükürdüğümde acaba biri bana mamayı geri verecek mi? Yoksa bırakacaklar mı?” diye dener. Yatağa yatırdınız, ağlamaya başlar. Hiçbir ihtiyacı yokken niye ağlıyor? “Beni kucaklarına alacaklar mı, almayacaklar mı?” diye dener. Bunlar yetişkinlerin sınırlarını denemeye yöneliktir.  Bağımsız olmaya çalışır. Bu ebeveynin sınırlarını nereye kadar esnetebilirim çabaları, bizde bir tepki ile karşılık bulur. Önemli olan çocuğa kararlı olduğumuzu ve bizim de bir sınırımızın olduğunu göstermektir. Tıpkı vals dansı gibi… Çocuk bize bir adım atıyor, biz de ona bir adım atıyoruz. Karşılıklıdır. Ne kadar uyumlu ilerlerseniz, vals o kadar güzel olacaktır. Ama siz daha büyük adımlar atarsanız, partneriniz olan çocuk yeterli performansı gösteremeyecektir. Ya da tam tersi, ebeveyn olarak siz çok geri çekildiniz diyelim.

Çocuk gücü elde etti ve çok ileri gitti. O zaman ne oluyor? Bu sefer de siz o dansta yeterli performansı gösteremeyeceksiniz.

Dengeyi bulmak bizim için çok önemli. Çocuğun gelişimine uygun, onun anlayabileceği ve katılabileceği sınırları çizmek, onu gelecekteki yaşamına hazırlar. Özdenetim mekanizmalarını geliştirir. Özdenetim ile de; çocuğa motive olma becerileri, girişimcilik becerileri, stres yönetme becerinin hepsini öğretmiş oluyoruz. Stres hayatımızda belki de en önemli unsurlardan birisidir. Çocuğun bununla nasıl baş edebileceğini erken yaşlarda öğrenmesi, yetişkinlik yaşamını daha sağlıklı ve kolay ilerletebilmesi demektir. Amacımız çocuğumuzun geleceğine yatırım yapmak. Günü kurtarmak ve ebeveynliği kolaylaştırmak değil.

Ebeveynlerin de sınırları olması gerektiğini düşünüyorum. Sizin bu konudaki fikriniz nedir?

Çok haklısınız. Çocuklar sosyal olarak öğrenen canlılardır. Sosyal öğrenme kuramına göre çocuklar, bilhassa ebeveynlerinin, başka yetişkinlerin (bu ağabey, abla, öğretmen, büyükanne, büyükbaba olabilir) ve arkadaşlarının davranışlarını taklit ederek öğrenirler. Örneğin bir ebeveyn düşünelim, araba kullanırken trafikteki araçlara sinirleniyor ve bağırıyor. Çocuk da arka koltukta izliyor. Çocuğumuz neyi öğrendi? ‘Öfkelendiğim anlarda bağırabilirim’i öğrendi.

Biz duygularımız ile nasıl baş edersek, çocuk da aynı baş etme metotlarını kullanacaktır. Evet, ebeveyn trafikte sinirlendi… Ne yapacak, “Ben şu anda öfkeli hissediyorum” diyecek. Duyguyu ifade etmek birincil beceridir. Duyguyu ifade etti ve çocuk neyi öğrendi? “Ben öfkelenebilirim ama öfkelenince bunu söylemem lazım”. Sonra ne dedi ebeveyn “Evet, çok öfkeli hissediyorum. Hadi birlikte seninle sayı sayalım mı? Biraz nefes alalım.” Ne yaptı? İşin içine onu da kattı. Burada hem duygunun ifadesi, hem de çocuğun zorluklar ile baş etme becerisini geliştirme var. Aynı şey rutinler ve kendi sınırlarımız için de geçerlidir.

Biz çocuğa rutinler uyguluyoruz ve diyoruz ki “Kahvaltı saati çok önemli. Günlük öz bakım becerilerimiz çok önemli. Her gün kalktığımızda dişlerimizi fırçalayacağız”. Ama çocuk bunu yaptığımızı görmüyorsa neden uygulasın? Önünde hiçbir örnek yoksa çocuk bunu yapmak istemeyecektir.

Tıpkı biz kitap okumadığımız halde, çocuğumuzun kitap okuma alışkanlığını kazanmasını beklememiz gibi…

Evet! Aynen öyle. Ya da telefon ile fazla zaman geçirmemek gibi. Ebeveynler telefonları ile çok zaman geçiriyor ve çocukları da bunu izliyor. Çocuk söylediğinizi değil, izlediğini gerçekleştirir. Olumsuz durumlar için de bu böyledir. Diyoruz ki, “Gazlı içecekler çocuklar için zararlıdır. O yüzden senin gazlı içecek içmene izin vermiyorum”. Ama biz bir sürü gazlı içecek içiyoruz. Eğer ona “Bunlar çok zararlı. Midemiz delinebilir,” dediysek, çocuk ebeveynini gazlı içecek içerken gördüğünde ne düşünecek? “Annemin midesi delinebilir!” O yüzden çocuğumuza samimi, yeterli ve doğru açıklamalar yapmalıyız.

Demokrat, sevgi dolu ve uygun sınırları konulmuş bir ailede büyümenin çocuğa yetişkinlikte kazandırdıkları neler oluyor?

Birincisi, bu çocuk mutlu bir çocuk olur. Çünkü bizim birincil şartımız koşulsuz sevgi. Her ne olursa olsun, çocuk her ne yaparsa yapsın ailesi tarafından sevileceğine inanıyor olmalı. Eğer buna inanırsa, hem kendine güvenen bir çocuk olarak büyüyecektir hem de yaşamdaki doyumu tadabilecektir. En başta ona bunu hissettirmeliyiz.

Biz sınırlar çizerken ve kurallar koyarken çocuğun demokratik süreçlere katılmasını istiyoruz. Kuralı koyarken “Sence bu kural bize faydalı olur mu?”, “Böyle bir sorun yaşıyoruz, nasıl bir kural koyabiliriz?” diyerek onunla konuşabiliriz.

Karar süreçlerine de çocuk dahil edilmeli. Mesela eve bir eşya alınacağı zaman, onun da fikrini almak önemlidir. Çünkü çocuklar kendilerini ailenin bir parçası gibi hissettiği zaman; yetişkinlik yaşamında aidiyet duygusu yüksek, sosyal ilişkilerinde bu duyguları işletebilen bireyler haline geliyor.

Ancak burada önemli bir nokta daha var. Demokratik ebeveyn olmak ile aşırı izin verici olmayı birbirine karıştırmamalıyız. Demokratik ebeveynliğin kuralları vardır, disiplin bütünüdür.  Aşırı izin verici ailede ise bütün ipler çocuğun elindedir. Maalesef biz bunu karıştırabiliyoruz. Demokratik olduğumuzu zannederken, çocuğun isteklerini ön plana alıyoruz. Çocuğumuz hiç ağlamıyor, mutsuz olmuyor ve o zaman da biz diyoruz ki “Evet, demokratik bir ebeveynim”. Ama çocuk yeri gelecek ağlayacak ve mutsuz da olacak. Sınırlarımızı hiç beğenmediği anlar da olacak.

Çocuğumuzun sınırlarımızı beğenmediği anların yaşanması yanlış mı?

Hayır, yanlış değil. Bazen çocuğumuz bize “Sen kötü bir annesin. Seni istemiyorum” ya da “Baba sen git” de diyebilir. Ama bunu niye söylediğine bakın. Yine bizim sınırlarımızı deniyor. Aslında bu söylediklerini hissederek söylemiyor ya da ahlaki arka planını düşünemiyor. Fakat o cümleleri duyduğumuzda biz ebeveyn olarak etkileniyoruz. Çünkü çocuğumuzla mutlu, keyifli ve sevgi dolu bir yaşam sürmek istiyoruz. Ama bu duyduğumuz cümlelerin çocuğumuzdan bilinçli bir şekilde çıkmadığını da bilelim. Kuralları ve sınırları esnetmek adına çıkıyor. Unutmayalım ki, çocuklar bizi manipüle etme becerilerine de sahiplerdir.

Demokratik bir aile olmak demek, sınırlar içinde özgür olmak demektir. Bu sınırlar çocuğu korur. Belki başta çocuğun pek hoşuna gitmeyebilir ama yetişkin olduğunda, böyle bir ortamda büyümüş olmak onu gelecekteki problemlere karşı daha hazırlıklı kılacaktır. Onun en azından bir yılmazlık yüklenmiş biçimde yetişmesini sağlayacaktır. Yılmazlık çocuğun karşılaştığı problemlere karşı mücadele edebilme, motivasyonunu sürdürebilme becerisi demektir.

Disiplin bizim toplumumuzda olumsuz bir kelime olarak benimsenmiş durumda. Ama gerçekten öyle mi?

Disiplin aslında olumsuz bir kelime değil. Disiplin, çocukların ortaya koydukları davranışların sonuçlarını kabullenebilme becerisidir. Disiplinli bir ortam demek çocuğun, gelişimine uygun kurallar içerisinde olmasıdır. Ancak bunlar esnetebilen, katı olmayan kurallardır.

Erken çocukluk gelişimi uzmanlarından Maria Montessori’nin bununla alakalı çok güzel bir sözü var. Diyor ki; “Özgürlük ve disiplin ayrılamaz iki kelimedir.”

Bir çocuk düşünelim, bu çocuğumuz markette gezinmekte özgür. Ama markette gezerken her istediğini alamayacağını bilme disiplinine sahip. İşte özgürlüğün içerisindeki disiplin böyledir.  İyi disiplin kurgulamak, çocuğumuzun daha güvenli, kararlarını daha doğru alabilen ve bu kararların sonuçlarına katlanabilen birey olarak yetişmesini sağlar.

Peki, çocuğa kimler sınır koyabilir?

Çocuğun gelişiminde ve bakımında etkisi olan herkes ortak sınırlar belirlemelidir. Biz şunu öneriyoruz, bakım veren ebeveynler, anneanne ya da dede gibi bakım veren büyük ebeveynler, öğretmen, çocuğun gelişimini destekleyici ağabey veya abla, bunlar çocuğun yaşamında ortak kişilerdir. Her biri çocuğu destekliyor, her biri sınır koyabilir. Önemli olan sınırların ortak ve tutarlı olmasıdır.

Örneğin çocuğun koltukta zıplaması yasak. Fakat anneanne ve dedenin evine gidiyor ve orada koltukta zıplamasına izin veriliyor. O zaman ne oluyor? Kural çatışması yaşanıyor. Sonra çocuk kuralları esnetebildiği yere kadar esnetmeye çalışıyor. Çocuğa ortak bakım veren kişilerin mutlaka kurallar konusunda benzer görüş ve uygulamalara sahip olması gereklidir. Bu sayede sınırlar tutarlı ve destekleyici olacaktır.

Kardeşi özel gereksinimli olduğu için diğer çocuğumuza daha az zaman ayırmak zorunda kalabiliyoruz. Bu durumda tipik gelişen çocuğumuza kural koyarken nelere dikkat edeceğiz?

Öncelikle onun da bir çocuk olduğunu unutmayalım. Kardeşi nedeniyle o çocuğumuz şunu düşünebilir “Ben ağabeyim, ablayım, kardeşim ve ona yardımcı olmak ZORUNDAYIM”. Bu çocuğa çok fazla yük yüklemek demektir. Burada vermemiz gereken mesaj ‘biz bir ekibiz ve kardeşin için birlikte çalışıyoruz’ olmalı . “Sen şu görevleri üstlenmelisin çünkü ağabeysin, ablasın veya onun sana ihtiyacı var” gibi ifadelerden kaçınmalıyız. Çünkü o zaman çocuğumuzu çocukluk hakkından mahrum bırakıyoruz.

Farklı gelişen ve tipik gelişen iki çocuğumuz için farklı sınırlar ve kurallar olabilir. Burada her iki çocuğumuz ile de kaliteli zaman geçirmek önem kazanıyor. Eğer tipik gelişim gösteren çocuğumuz geçirdiğimiz kaliteli zamanı yeterli bulmuyorsa, ne yapacak? Öfke hissedebilir, kardeşine karşı kıskançlık hissedebilir ya da ailemizdeki görevlerini yerine getirmek istemeyebilir. Bu yüzden her çocuğumuzla yeterince kaliteli zaman geçirmek önemli. Çocuk bu doyumu yaşadıktan sonra daha uyumlu ya da kuralları algılayabilen bir seviyeye gelecektir. Tabii ki, çocuklarımıza kural koyarken açıklayıcı ve onların anlayabileceği bir dil kullanmamız da önemli. “Oyuncaklarını toplamalısın” ama nasıl? Yatağın altına oyuncaklarını itmek de oyuncaklarını toplamak değil mi? Çocuk bunu zihinsel olarak analiz edemiyor olabilir. Detaylandırmak gerekiyor. “Oyuncaklarını şuradaki kutulara kaldırmalısın,” gibi açıklamalar yapmalıyız.

Bir çocuğu özel gereksinimli diğer çocuğu tipik gelişimli ailelerimiz var. Bu ailelerimiz iki kardeşe aralarındaki kural farkını nasıl açıklamalı?

Çocuklarımız, aralarında ayrım gözetmediğimizi bilmeli. Bunu iyi ifade etmeliyiz. Tipik gelişen çocuğumuz bizim yardımcımız, kardeşine bakım veren biri değil. O da çocuk. Ondan ebeveynmişçesine davranmasını beklersek, maalesef kurallara uymakta ve kardeşinin kurallarının neden farklı olduğunu anlamakta çok zorluk çekecektir.

Bu yüzden, onun da çocuk olduğunu asla unutmadan ve ikisi arasında herhangi bir ayrım gözetmeden hareket etmemiz gerekiyor. Eğer kardeşinin özel gereksinimlerini onun anlayabileceği ve tutarlı bir şekilde ifade edebilirsek çocuk zaten farkın ayrımına kendisi varabilecektir.

Ebeveynin özel gereksinimli çocuğa karşı bazı yükümlülükleri var, kardeşinin de bazı yükümlülükleri var. Ama unutmayalıyız ki, özel gereksinimli çocuğun da onlara karşı yükümlülükleri var. Biz bir aileyiz. Biz bir ekibiz. Evet, her birimizin farklı kuralları var. Anne babanın kuralları başka, özel gereksinimli kardeşin kuralları başka, tipik gelişen çocuğumuzun kuralları başka. Bunu iyi açıklamak önemli. Kurallarımızda da tutarlı, sürekli ve kararlı olmamız gerekiyor. Çünkü çocuk böyle özel durumlarda öfke ve kıskançlık hislerine kapılabiliyor. Bunlara kapıldığı zaman da, sizin sınırlarınızı daha fazla esnetmek isteyebiliyor. O zaman da kararlı olduğumuzu göstermemiz gerekli. Bu kararlılığı gösterirken bunu katı bir biçimde değil, “Evet bir kuralımız var. Bu kuralı birlikte aldık. Ailemiz içinde her birimizin farklı kuralları var ve herkes kendi kurallarına uymalı” şeklinde ifade etmemiz gerekli. Çocuk bunları algılayabilecek bilişsel seviyeye sahip. Biz de duygusal düzenlemesine model olabilirsek, tipik gelişen çocuğumuzun da kurallara uyması çok daha kolay şekilde gerçekleşecektir.