MERHABA BEN RÜZGAR

Oğlumda bir farklılık olduğunu on sekiz aylıkken fark ettim. Ama otizm olarak düşünmedim. Öfke nöbetleri vardı ve çok sinirli bir bebekti. On sekiz aylık bir bebekte bu kadar sinirin normal olmayacağını bir problem olduğunu düşündüm.

Hemen bir pedagoga götürdüm. Pedagog belli bir araştırmadan sonra bizim yapabileceğimiz bir şey yok diyerek bizi hastanede çocuk ve ergen ruh sağlığı anabilim dalına yönlendirdi. Oradaki kontrollerimiz sonucunda atipik otizmli tanısı aldı.

Hemen rapor vermediler. Üç aylık periodlarla hastaneye gitmeye devam ettik. Kırk dakika- bir saate yakın değerlendirmelere tuttular. Sonra bize acil olarak kreşe başlamamızı önerdiler. Fakat ben o dönemde maddi sıkıntılar nedeniyle kreşe veremedim. Yine de oğlumun her zaman yaşıtları ile park alanlarında vakit geçirmesini sağladım. Bu da yeterli olmadı. Bir sonraki kontrolümüze gittiğimizde bana kreşe başladınız mı diye soruldu. Başlayamadık dedim.

Takıntı , kendi etrafında dönme gibi huylarının hala devam edip etmediğini sordular. Ettiğini söyledim.

O dönemde mutlaka bütün kapılarımız ve çekmeceler kapalı olacaktı. Yan çizgilere yan bakma huyu vardı. Dümdüz keskin bir çizgi gördüğü zaman oraya saatlerce yan bakabiliyordu. Oyuncak kutu, gözlük kabı gibi şeyleri sürekli açıp kapatıyordu. Yüzlerce kez belki. Sürpriz yumurtalar… Yanımızda poşet poşet taşıyorduk. İçi boş olsun, dolu olsun hiç fark etmezdi. Onlar taşınacak açılıp kapanacaktı. Bu tarz takıntılarımız ve kendi etrafımızda dönmemiz vardı. Bunun yanı sıra süreyen bir oyun. Aynı oyunu sürekli oynuyordu. Hastanede bunları söylediğim zaman kendi aralarında bir değerlendirme yaptılar, en son olarak atipik otizm tanısı aldık.

O tanıyı alır almaz, üzüntü ve stres bocalaması altında kaldım ama eğitimin de önemini biliyordum. Hemen eğitime başladık. Vakit kaybı olmadı. Fakat bir yandan da, ben ne yaptım dedim. Kendimi suçladım. Kendimde çok büyük hata aradım. Çok az da olsa otizm ile ilgili bilgi sahibiydim. Bunun nedeninin iletişim bozukluğu olduğunu düşünerek kendimi suçladım. Oğlumu nerede yalnız bıraktım, nerede kopardım bağımı diye. Televizyonda reklamların bu duruma çok fazla etki ettiğini biliyordum ve ben bunu çok yapmıştım. Bundan dolayı olabileceğini düşündüm. Çocuğum televizyonla iletişime gireceğine benimle girseydim keşke dedim.

Ama o dönem ben de zor bir dönemden geçiyordum. Acaba ben kendi sorunlarımla boğuşurken acaba çocuğumu mu boşladım dedim. O dönemde eşim tarafından terk edilmiştim. Oğlum yedi aylıktı ve eşimin hayatında bir başkası olduğunu öğrenmiştim. Sonra eşim gitmek istedi. Ben bunu hoşgörülü olarak kabul edip, oğlum için ev düzenimizi bozmamak adına boşanmayı kabul ettim. Evimizi dağıtmamamızı oturup medeni bir şekilde kendimce konuştum onunla. Ama kabul etmedi. Evi bozmaya karar verdi. Yapacak bir şey yoktu. Kamyonu kapının önüne dayadı ve eşyaları aldı gitti. Evde bebeğim ve ben bir hali üzerinde camda perdeler kaldık. Sadece bebeğimin odası vardı o kadar. Ben babamı aradım, babam geldi aldı bizi. Dokuz aylıktı bebeğim ve biz dokuz aylıktan beri annemlerde kalıyoruz.

Benim oğlum babayı tanımıyor. Baba da görmeyi istemedi. Sadece üç yaşında bir görme davası açmıştı. Biz davaya oğlumun durumunu bildiren bir rapor sunduk. “Evet, babası görebilir ama bu çocuk otizmlidir. Uzman eşliğinde bir pedagog eşliğinde görmesini talep ediyoruz,” diye. Sanırım o dilekçeyi okuyunca oğlunun otizmli olduğunu da öğrendi ki, davaya da gelmedi.

Otizmli olduğunu o zamana kadar bilmiyordu. Hiç görmemişti çocuğunu. Otizmli olduğunu öğrenince davaya da gelmedi.

Otizmi yaşayan çoğu annenin bildiği bir şey var… Kendi adıma konuşursam bende bir çok şeyin gerçek tarafından bakmamı sağladı. Arkadaşlarım çok fazlaydı. Güzel vakit geçirebileceğim arkadaşlarım vardı. Sinemaya, kahve içmeye ya da beraber tatile gittiğimiz bir sürü arkadaşım vardı. O zamanlar tabii acı anlar saydığımız en fazla ne olabilirdi ki? En fazla erkek arkadaşım bana bunu yaptı, anneme kızdım bana böyle yaptı dertleşmeleri oluyordu. Ya da iş yerinde böyle kavga ettim, işten ayrıldım diye konuşuyorduk. O zaman hayatın gerçeklerini çok net göremiyorsunuz. Ta ki başınıza kendi evladınızla, kendi canınızla ilgili bir şey geliyor, yaşadığınız hiçbir şeyin sorun olmadığını görüyorsunuz. Ben öyle düşünüyorum artık. Gerçeğim buymuş.

Destek istiyorsunuz arkadaşlarınızdan. Biraz değişlik, biraz kafa dağınıklığı… Ama bunu çocuğunuzla yapmak istiyorsunuz çünkü çocuğunuz otizmli ve bırakamıyorsunuz. Ve her birinin ayrı ayrı bir bahanesi olmaya başlıyor.

Arıyorum mesela “Ayşe, Fatma… Evde misin? Biz dışarıdaydık, Rüzgar ile parktayız. Sana gelmek istiyoruz,” diyordum. “Ya ben de şimdi hazırlandım çıkıyorum, başka taraftayım biraz geç döneceğim,” ya da “evdeyim ama misafirim var,” gibi şeyler söylüyorlardı. Bir kabul etmeme dışlama vardı. Aradığım zaman meşgule atıp geri dönmüyorlardı. Hayatımda büyük bir temizlik ve eleme yaptım. Onları hayatımdan ve sosyal medya hesaplarımdan çıkardım. Telefon rehberim de sildim. Sonrasında “Aaa Evrim, ne oldu?” diyen iki kişi oldu. Ve o ikisi de zaten hala hayatımda.

Bu kadar güçlü bir kadın olduğumu bilmiyordum. Böyle bir durumda çocuğumla ne kadar güçlü olabileceğimi düşünemezdim. Sadece ufacık bir problemde kendi içine kapanıp, göz yaşlarına boğulup kendimi kapatabilecek bir yapıdaydım. Fakat şu an otizmli bir çocuğa sahip anne olarak kendime baktığımda öyle bir lüksüm yok. O da beni hayata karşı güçlendiriyor belki de. Çünkü ben o şekilde davranırsam çocuğum da yıkılacak. Çocuğumun benim enerjime ihtiyacı var. Bunun için ne yapmak gerekiyor? En azından sizi üzebilecek tüm insanları kendinizden uzak tutup bütün enerjinizi çocuğunuza vermelisiniz.

Anne olduğum aman dünyaya bakış açım bir değişmişti bir de otizmli bir çocuğun annesi olduğunu öğrendiğimde daha da değişti. Çünkü beni bekleyen zorlukları bilmiyordum. Oğlumun geleceği ile ilgili hamilelikte hayallerim çok başkaydı otizm tanısını aldıktan sonra çok başkaydı. Yeniden bir hayal inşa etmek zorunda kalıyorsunuz.

Tanıdan sonra çocuğumla ilk bir buçuk senem tamamen birbirimize yoğunlaştığımız bir dönemdi. Çünkü çok hareketli, aşırı sinirli ve öfke nöbetleri geçiren bir çocuğum vardı. Evde oturduğumuz kadar dışarı da çıkmaya gayret ediyorduk. Ama eski arkadaşlarım kalmamıştı ve bir yerde vakit geçirmemiz kolay değildi. Bir kafeye, alışveriş merkezine gidemiyorduk. Parklarda bile duramıyorduk. Çünkü benim oğlumun ısırma, vurma, itme eylemleri vardı. Doğal olarak diğer anneler de tepki gösteriyordu.

Dışarıdaydık ama park alanına giremiyorduk. Tamamen doğa ile ilgi olan yerler bahçeleri topraklar, sular hep bunlarla haşır neşir olmaya çalıştım. Aslında çok kalabalık ortamlarda tek başımızaydık. Ama o dönem belki daha iyi oldu. Belki o iletişim bağımız daha iyi oldu. Ben oğluma uzanabildim, dokunabildim, onu o sınırdan alabildim.

Şu an eğitimde üçüncü yılımız ve çok büyük farklar gördüm. Mesela biz eğitime ilk başladığımızda ağzından kelime çıkıyordu ama cümle asla kurulamıyordu. O bir ay içinde tek tük de olsa cümleler kurmaya başladı. Onlar başladığı zaman öfkesi daha da azaldı. İletişimi açıldı zamanla daha çok cümleler kurmaya başladı ve iletişimi açıldı. Karşılıklı konuşmalarda alış veriş olmaya başladı. Beni anlıyor, bana anlatıyor, böylece birbirimiz anladığımız için öfke azalmaya başlıyor. Doğruyu yanlışı çözmeye başlayınca ben oğlumu nasıl kazanırımı görmeye başladım. O yüzden eğitimin çok büyük önemi olduğunu düşünüyorum. Şu an Rüzgar çok çok iyi bir durumda. Spekturumdan çıkacağız neredeyse. O yüzden ben de onun eğitimi için harcadığım çabalarda hiç yorulmadım.

Anne Evrim Hanım’a katkısı ve yüreğini bize açtığı için çok teşekkür ederiz.